Jonathan: Mark, haydi kilisenin yeniden canlanması üzerine konuşalım. Bunun için senden Capitol Hill Baptist Kilisesin’in bir “öncesi ve sonrası” fotoğrafını sunmanı istiyorum. Yani öncesinin ve sonrasının bir karesi.
Mark: 1993’te, benden önceki pastör, çok da iyi olmayan şartlar altında istifa etti. Topluluk o zamanlar Amerika’da cinayetin başkenti sayılan bir şehrin göbeğinde bulunuyordu. 1960’tan beri insanlar şehir dışındaki mahallelere taşınıyorlardı ve bundan dolayı da şehir merkezindeki kiliselerde bir düşüş vardı. Birçok kilise sahip olduğu binaları kapattı veya sattı. CHBC (Capitol Hill Baptist Kilisesi) için de durum çok farklı değildi; daha yaşlı bir topluluğa dönüşmüşlerdi.
Johathan: Kilise nasıl görünüyordu?
Mark: Söylediğim gibi kilise genel olarak yaşlılardan oluşuyordu. Bina harap haldeydi. Ancak insanlar Rab’be sadıktı ve Rab’bi seviyorlardı. Çok iyi bir öğretiş aldıklarını söyleyemem ve uzun süre boyunca yalnızca kısa süre görevde kalan pastörleri olmuştu. 20. yüzyılın ilk yarısında uzun süreli bir pastörleri olmuştu ancak İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan itibaren beş yılda bir pastör değiştirdiler. Bu pastörlerin belki de biri hariç hepsi de müjdeci görüşe sahipti. Kutsal Kitap’a inanan adamlardı.
Bence topluluk her şeyden çok yemekler, belli türdeki müzikler, programlar, aktiviteler ve bunun gibi kültürel şeylerin etrafında kenetlenmişti. Bir de bence, topluluk binanın bulunduğu noktadan dolayı bir anlamda da kendine önem atfetmişti. Biliyorsun ki, kilise binası Yargıtay’dan ve Senato’dan birkaç blok ötedeydi. Bu, onlara Müjde’nin yayılması için sıra dışı öneme sahip bir yerde olduğumuz hissini vermişti.
Dolayısıyla müjdecilikte aktiftiler. Billy Graham tarzı bir müjdecilikti. Yani insanları kürsüden öne çağırmak ve benzeri şeyler. Bir de Müjde hizmetkârları vardı. Bunların çoğu 1950’lerde Columbia Üniversitesi’nden mezun olan ve kendi döneminde hizmette bir artışın yaşandığı bir pastör tarafından gönderilmişlerdi. Yani ben aslında Rab’be sadık bir geçmişi olan bir yere adım atmıştım.
Jonathan: Bu noktada kaç kişi düzenli olarak katılıyordu?
Mark: 130 kişi civarında. Çoğunluğu 70-75 yaşları arasındaydı.
Jonathan: Yirmi yıldan fazla bir süre sonra, CHBC şimdi nasıl görünüyor?
Mark: Şimdi topluluk banliyölerde değil, Senato binasının bulunduğu tepe civarında yaşıyor. En son sayım yaptığımızda, üyelerimizin %55’i binamızın yaklaşık bir buçuk kilometre falan yakınında oturuyordu. Ben buraya geldiğimde, insanların çok azı bu kadar yakında oturmaktaydı. Hatta benden önceki pastörlerin çoğu, Virginia’da bir yerde bulunan pastör lojmanında kalıyorlardı.
Aynı zamanda topluluk şimdi çok daha genç. Yaş ortalaması şimdi 30 civarında. Oturma düzenini maksimum şekilde ayarladık. Bu yüzden pazar sabahları 1000 civarında kişi ağırlıyoruz ve binamız hemen hemen dolu oluyor.
Ve bununla ilgili bir şey söyleyebilir miyim? Dolu bir bina diğer kiliselere yardımcı olma açısından da güzel bir şey. Çünkü siz doluysanız, civardaki tek iyi kilise olduğunuz efsanesine inanmak mecburiyetinde kalmıyorsunuz. Binanız dolu olunca, insanlara yaşadıkları yere yakın bir kiliseye gitmelerini söyleme konusunda da özgür oluyorsunuz. Başka iyi kiliseler bulabiliyor veya orada iyi kiliseler yoksa, iyi kiliselerin ortaya çıkıp büyümesine yardımcı olabiliyorsunuz.
Jonathan: Peki müjdecilik ve hizmet? Bunlar değişti mi?
Mark: Müjdecilik bence çoğunlukla aynıdır. Artık kürsü çağrıları yapmıyoruz ancak vaazlarımda, umut ediyorum ki, insanları tövbe ve imana benden önceki vaizler kadar çağırıyorumdur. Çoğunlukla, “Eğer buraya geldiyseniz ve bir İsa Mesih imanlısı değilseniz, size okumanız için Greg Gilbert’ın İsa Kimdir? kitabını hediye etmek isteriz” gibi şeyler söylüyorum. Buradan ortaya çıkacak meyveyi dört gözle bekliyoruz.
Jonathan: Peki ya bireysel olarak müjdeleme? Üyeler Müjde’yi daha çok mu yoksa daha az mı paylaşıyorlar?
Mark: Tabii ki bundan yüzden yüz emin olamam ama bence daha çok. Ben buraya geldiğimde, burası “etkinlik” odaklı bir kiliseydi. Radyo veya gazeteler aracılığıyla reklamlar yaparak insanları davet eder veya insanların gelmesi için büyük bir organizasyon düzenlerdik. Ödeme yaptığımız profesyonel bir eleman da gelir ve insanlara Müjde’yi anlatırdı.
Ancak benim yapmaya çalıştığım şey, dua, sevgi ve suçluluk duygusundan da büyük ölçüde faydalanarak, insanları Müjde’yi paylaşmakla ilgili sorumluluklarını fark etmeye teşvik etmek oldu. Üyelerimizi Müjde’yi iyi bilecek bir şekilde donatmaya çalışıyoruz ki, Müjde’yi her an kolaylıkla paylaşabilsinler. Müjde’yi iyi anlamalarını istiyoruz ki, bir sohbet esnasında Müjde’den rahatlıkla ve ustalıkla bahsedebilsinler. Bu sayede müjdeleme de daha kolay ve daha doğal olacaktır.
Hizmetle alakalıysa, daha az aileyi daha çok parayla desteklemeye başladığımızı söyleyebilirim.
Jonathan: Bunun avantajı nedir?
Mark: İnsanların zamanlarının çoğunu destek toplamak için harcamasını istemiyoruz. Bu nedenle de eğer onlara yeterince güveniyorsak, onlara yılda 500 dolar vermek yerine birer kadrolu elemanlarmış gibi yılda 35,000 veya 70,000 dolar veriyoruz.
Bu şekilde gerçek anlamda hizmetkâr olabilmeleri de daha mümkün oluyor ve bu durum aramızdaki ilişkiyi de daha açık bir hale getiriyor. Onlar açıkça bize karşı sorumlular ve bizler de açıkça onlardan sorumluyuz.
Jonathan: Karışık bir konu olan kilise “kültürü” konusuna geçelim. Geçmişten bugüne kilise kültüründeki değişimi başka nasıl tanımlarsın?
Mark: Daha öncesinde ben yoktum. Dolayısıyla bu konuda konuşmak benim için zor. Burada karşılaştığım topluluk oldukça nazik, oldukça konukseverdi. Güney’in kırsal kesimlerinin o konukseverliğini yansıtır bir şekilde. Nitekim bazı üyeler de bu bölgeden geliyorlardı zaten. Ancak kilisemizi şu anda belirgin bir özelliği olan bu konukseverlik, yalnızca kültürel normlarla açıklanabilecek bir şey değil. Şu anki konukseverlik, samimiyetle ve özellikle gösterilen bir türden. Üstelik bunu çoğu zaman pek ortak noktaları olmayan kişilere de gösteriyorlar.
Daha önceleri sohbetlerin konusu aile ve Amerikan futbolu olurdu. Şimdiyse bunların yanında ayrıca vaazlar, öğrenci yetiştirme ilişkileri, müjdecilik fırsatları, imana dair sorular ve günahla mücadele gibi konuların da olduğunu düşünüyorum ve umuyorum ki, bunların tamamı açık yürekle paylaşılıyordur.
Jonathan: Peki, 21 yıldır buradasın. Sence sen, “kiliseyi yeniden canlandıran” biri misin? Kendini böyle adlandırır mıydın?
Mark: Eminim daha önce kendimi böyle adlandırmışımdır ve hatta beni daha çok başkaları böyle adlandırmıştır. Kesinlikle kilisenin yeniden canlanması taraftarıyım. Ancak kullandığımız bu “yeniden canlandıran” ifadesinin acaba bize bir faydası oluyor mu merak ediyorum. Acaba bu ifade, bizden sonra kiliseye gelecek olan pastörü pek de hesaba katmadan, kendi hizmetimizde gözle görülür bir başarının zaten olduğunu mu varsayıyor diye düşünüyorum.
Bu yüzden, “kiliseyi yeniden canlandıran” unvanının gerçekten ne kadar iyi bir unvan olduğu konusunda kafamda soru işaretleri var. Kesinlikle kiliseyi yeniden canlandıran kişiler olmayı arzu ediyoruz. Tanrı’nın kendi kilisesini yeniden canlandırmasını, diriltmesini arzu ediyoruz. Ancak ilerisini düşünüp “ben kiliseyi yeniden canlandıracağım” diyebilmek… bence böbürlenmektir, kibirdir. Bunu gerçekten arzu ettiğimizi ve buna can attığımızı, bunun için çalıştığımızı söyleyebiliriz ama.
Bazı insanlar bana daha önce şunu sordu: “CHBC’deki hizmet tekrar edilebilir bir hizmet mi? Sonuçta bazen insanlardan duyduğum şu tarz eleştiriler oldu: “Mark iyi bir adam ama kendisinin hizmette armağanı olan, yetenekli biri olduğunu bir türlü fark etmiyor. Sanıyor ki her şeyin temelinde bütün bu sağlıklı kilisenin dokuz işareti (9Marks) var. Ancak aslında hepsi Rab’bin kendisi üzerindeki bereketinden ibaret ve ne yazık ki bir sürü zavallı adamı bu dokuz işaret konusunda heyecanlandırıyor ve sonra da hiçbir şey olmuyor.”
Söylediklerinin en azından bir kısmını anlayabiliyorum. Ancak aynı zamanda üç tespitte bulunmak istiyorum.
Birincisi, ben eğer kendimi Elçilerin İşleri 6’da elçilerin yaptığı gibi dua ve Tanrı Sözü hizmetine adıyorsam, bu kesinlikle tekrar edilebilir bir şeydir. Bunun bana özel veya buraya özel olmasına imkân yok.
İkincisi, kilise olarak yaptığımız şeylerin hepsi –hizmetteki adanmışlıklarımız, teolojimiz, kilise yönetimi ve üyelik anlayışımız– kesinlikle tekrar edilebilir şeylerdir. Bunların sadece bizim kilisemizde işe yarıyor olduğunu gösterecek eşsiz bir durum söz konusu değil.
Ancak üçüncü olarak, eğer bir kişi “tekrar edilebilir” derken, “Şunu şunu yaparsanız, kesinlikle ve kesinlikle şu ve şu bereketler olacaktır” diyorsa, eğer kastettikleri şey buysa, o zaman ben buna hayır derim. Yaptıklarımız bu anlamda “tekrar edilebilir” şeyler değildir.
Bu bizim elimizde değil, Kutsal Ruh’un elinde. “Açıklayıcı vaaz verdiğimiz için dolu bir kilisemiz var ve insanlar sürekli olarak kurtuluyor” diye bir şey hiçbir zaman düşünmedim. Aklımın ucundan bile geçmiyor çünkü ben, benden daha iyi olan ve kilise disiplini konusunda benden daha dikkatli olan pastörlerin olduğuna eminim ve onların kiliseleri o kadar da dolu değil. Bu, Tanrı olan Kutsal Ruh’un bir bereketi ve bizler şunu demeye çalışıyoruz: “Bakın! Bu büyük uyanışı görüyor musunuz? Şimdi ben bu hikâyeyi geriye doğru sarıp bunun nasıl gerçekleştiğini göreceğim ve sonra da sıra dışı yöntemler bulup bu sayede sıra dışı bereketlerin tadını çıkaracağım.”
Tabii ki sıra dışı bereketler istemek, bunlar için dua etmek ve emek göstermek doğrudur. Ama izleyeceğimiz yol devasa dua toplantıları, alışılmışın dışında şeyler, normal olmayan şeyler değildir. Bunun yerine, izlememiz gereken şeyler düzenli, günlük ve haftalık lütuf araçlarıdır. Tanrı Sözü’nün vaaz edilmesidir, vaftizdir, Rab’bin Sofrası’dır, yerel kilisenin bir üyesi olmaktır, Ruh’un meyveleridir. Yapmamız gerekenler bu normal şeylerdir ve sonrasında da Tanrı, bazen sıra dışı bir şekilde bizleri bereketler. Dolayısıyla “yeniden canlandırma” ifadesi, yalnızca geriye dönüp Tanrı’nın bazı kiliselerde yeni bir pastör aracılığıyla neler yaptığını tanımlamak için kullanılabilecek bir ifadedir.
Jonathan: Peki geriye dönüp baktığında, Tanrı kilisenizi yeniden canlandırdı mı?
Mark: Bazı yönlerden kesinlikle. Ancak yine de ben bu kilisenin ben gelmeden önce ölü olduğunu söylemek de istemem. Onlar müjdeci bir kiliseydi ve Müjde’yi vaaz ediyorlardı. Sosyolojik ve demografik açıdan bazı zorlayıcı şartlar vardı ve ben bu kilisenin o zamanki sadakatini de gerçekten takdir ediyorum. Ancak kesinlikle, birçok gözle görülür açıdan, evet, bu kilise yeniden canlandırıldı.
Ama tıpkı Pavlus’un Korintliler’e yazdığı gibi: “Tohumu ben ektim, Apollos suladı. Ama Tanrı büyüttü.” Yani eğer gerçekten yeniden canlandıran bir kişi bulmakta ısrarcıysanız, bu kişi Tanrı’dır. Kiliseyi yeniden canlandıran O’ydu.
Jonathan: Peki özetleyecek olursan, sen şahsen pastörlerin kendilerini yeniden canlandırma işine adamaları taraftarısın.
Mark: Evet, hem de çok. Kiliseyi Yeniden Canlandırma Merkezi için ve NAMB’nin (Kuzey Amerika Hizmet Heyeti) Kilise Kurma Bölümü’nün bıraktığı miras için çok şükrediyorum. Yapılan tüm bu yeni vurgular için, bunlar zorlayıcı şartlar altında olan pastörlerin sadakatini artırdığı için şükrediyorum. Ben terminolojiye ilişkin, yani kullandığımız kelimelere ve bunların ardında yatan bazı varsayımlara ilişkin birkaç soru ortaya atıyorum sadece.
“Kiliseyi yeniden canlandırabilirim!” şeklindeki bir düşünce tarzında belli bir kibir yatar çünkü bunu yapacak olan Kutsal Ruh’tur. Yeni geldiğiniz kilisede bir uyanış olması için dua edebilirsiniz. Arkadaşınız Bob’un haftanın her akşamı gelip vaaz verdiği uzun vadeli toplantılar planlayabilirsiniz. Ancak Kutsal Ruh’un, bırakın 170 kişiyi, 17 kişiyi bile kurtarmasını planlayamazsınız.
Bu yüzden bir şeyi boyutuna göre değerlendirmeye kalktığınızda, Güney’deki bir büyük kilisede olduğunu duyduğumuz hikâye gibi, insanların psikolojik olarak etkilenmesi için yakışıklı ve güzel insanların vaftiz çağrısı sırasında öne çıkarılması tarzı durumlar ortaya çıkacaktır. Vah! Bu Müjde karşıtı bir şeydir! Bu kilisenin kendisinin o an orada Hristiyan olmayanlar için bulunduğunu düşünmesi gülünç bir şeydir. Kilisenin bir anlamda Hristiyan olmayanlar için de var olduğunu düşünüyorum ama onların düşündüğünden çok daha farklı bir şekilde.
Başka bir deyişle, yeniden canlanmayla ilgili tartışmalarımızda çok fazla ölçme ve değerlendirme odaklı olmamalıyız.
Jonathan: Şimdi yine biraz senin deneyimlerinle ilgili konuşalım. Geldiğin zaman kilisenin durumunu değerlendirdiğinde, işe nasıl başlayacağınla ilgili bir stratejin var mıydı? Genel tabirle, “Vizyonun nedir?” diye soruluyor. Evet, vizyonun neydi? Bir stratejin var mıydı?
Mark: Vaaz etmek, dua etmek, çalışmak ve orada kalmak.
Tanrı Sözü’nü vaaz etmek, hafta boyunca ciddi bir şekilde kendimi vaazlar üzerinde çalışmaya adamak istiyordum. Özellikle üyeler için düzenli olarak her gün dua etmek istiyordum. İnsanları sevmek ve onlarla ilişkiler kurmak istiyordum. Erkekleri öğrenci olarak yetiştirmeyi denemek istiyordum.
Son olarak da sonsuza kadar orada kalmak istiyordum. Yeni bir işe ön ayak olduğunuzda, bu işin orada sizden önce bulunanlarla pek de iyi olmayacağı neredeyse kesin gibidir. Bu iş, eğer bölgeye yeni taşınmamışlarsa, orada uzun süredir bulunan ailelerle büyük ihtimalle büyümeyecektir.
Bunun yerine, bir şeylerin yaşamlarının farklı aşamalarında olan insanlarla büyüyüp ilerleyeceği neredeyse kesin gibidir. Bunlar üniversiteden yeni mezun olmuş insanlar, bölgeye bir iş için yeni taşınan insanlar olacaktır. Yani kilise büyümeye başladığında, daha genç ve o civarda daha yeni olan insanlarla büyüyecek olması neredeyse kaçınılmaz bir şeydir.
Öyleyse soru şudur: Bu noktadan başlayıp olgunlaşarak, toplumun sağlam bir parçası olan bir topluluk nasıl ortaya çıkarabilirsiniz? Bir kilisenin kalıcı ve tam bir tanıklığa erişmesi uzun süre alır. Beş veya on yıl boyunca gelen insanlar olacaktır ve Rab onları size yardımcı olmak için kullanacaktır. Ancak bazı insanlar gelip on yıllar boyunca orada kalacaktır. Burada yirmi yıldır bulunan insanlar var ve bana bugüne kadar ne kadar çok arkadaşa evleda demek zorunda kaldıklarını üzüntüyle ifade ediyorlar. Bu çok içten bir şey ve onları anlıyorum çünkü aynısını ben de tecrübe etmiştim. Ama ben buna bir “katılım bedeli” olarak baktım.
Yani bunun insani bir şey olmadığını veya bunun sizi soğuk bir karakter yapmak zorunda olduğunu veya başka negatif bir şey düşünmüyorum. Bence bir kişi, insanların beş veya on yıl içinde ayrıldıkları bir toplulukta da, duygusal olarak ve her açıdan gönenç dolu bir yaşam sürebilir.
Ancak bazı insanların kalmaya istekli olması gerekir. Bence bu “kalma” noktası sıklıkla gözden kaçıyor ancak çok ama çok önemli bir şey.
Jonathan: Bir iş adamı gibi değil de daha çok bir baba gibi konuşuyorsun. Kilisenin büyümesiyle ilgili sohbetlerin çoğu, sonunda bir iş adamı sohbeti gibi ölçme ve değerlendirmeye dayanıyor. Ancak sen, bir çocuğa uzun zaman boyunca, birçok aşamadan geçerken çobanlık etmekten bahsediyorsun.
Mark: Hizmeti ne kadar çok iş adamlığına indirgersek, o kadar çok pastör daha çok bir CEO gibi düşünmesi ve daha az bir çoban gibi düşünmesi gerektiğine ikna olacaktır. “Bir üst ligde oynamak istiyorum, öyleyse bana daha büyük bir platform lazım” diye düşünürler.
Ancak böyle düşünmüyor, bunun yerine şöyle düşünüyorsanız: “Vay canına, görünüşe göre Bob’un, Müjde’ye karşı daha yumuşak bir yüreği var. Kendisi için şu an fiziksel olarak zor olsa da, insanlara bir şekilde ulaşmaya çalıştığını görüyorum. Kendi yaşadığı şartlar değişse de, başkalarına fedakârca sevmeye devam ettiğini görüyorum”, işte bu, Tanrı’ya yücelik getiren bir şeydir. Bunlar muhakeme gerektiren meselelerdir ve ruhsal büyümeyi kolayca ölçü kalıplarına sokamazsınız. Bu durum, kilisenizdeki bazı insanları ister istemez hayal kırıklığına uğratacaktır ancak ihtiyarlar, uzun vadeyi gözetecek ve her şeyde en son değerlendirmeyi Tanrı’nın yaptığını fark edecek olgunluğa sahip olmalıdırlar.
Jonathan: İlk dönemde karşılaştığın bazı zorluklar nelerdi?
Mark: Çoğul ihtiyarlık olmadığından dolayı, birçok konu ciddi zorluklara dönüştü. Çoğul ihtiyarlık olmuş olsaydı, kilise daha esenlik dolu bir yer olurdu. Herhangi bir sayıdaki zorluk, kiliseyi tehdit edebilecek bir zorluğa dönüşüyordu çünkü görünürdeki yetki sahibi tek kişi bendim.
Bunun kilise için sağlıklı bir durum olmadığını hissettim. Bunun uzun vadede kiliseye hizmet etmeyen bir şey olduğunu düşündüm. Ayrıca Kutsal Kitap’a da uygun olmadığını düşündüm. Sorunları bir bir sayabilirim ama asıl konu bu sorunlar değildi. Asıl konu, bizi bu zorluklar karşısında savunmasız bırakan kilise yapısıydı.
Jonathan: İşlerin değişmeye başladığını hissettiğin belirli noktalar oldu mu?
Mark: Resmi anlamda tek ihtiyar benken, altı ihtiyarlı bir yapıya geçmemiz değişimin başladığı nokta oldu. Bu gerçekten hem kiliseye hem de bana can katan bir şey oldu. Artık herhangi bir kararın kilisenin gidişatını veya birliğini tehdit etmesi çok daha zor görünüyordu.
Jonathan: Peki eğer yeniden canlanması gereken bir kilisede görev almaya başlayacak genç bir pastöre, bir “mutlaka yapılması gerekenler listesi” verecek olsan, bu listede ne olurdu?
Mark: İyi vaazlar verin, çoğul ihtiyarlık doğrultusunda hareket edin ve kilise üyeliği konusunda dikkatli olun.
Jonathan: Bunları Amerikan kültürü için mi yoksa her yer için mi söylüyorsun? Bunu Brezilya, Afganistan ve Japonya’daki kiliseler için de söylüyor musun?
Mark: Bu noktaların Kutsal Yazılar’ın sadık bir yansıması olarak görünmeyeceği bir kültür bilmiyorum. Dolayısıyla evet, gezegenimizdeki her yer için söylüyorum.
Jonathan: Yaptığın bazı hatalar nelerdi? Bir de bunlardan aldığın bazı dersler nelerdi?
Mark: Çıkan bazı zorlukların nelere mal olacağını her zaman iyi bir şekilde muhakeme edememiş olduğuma eminim. Kadın hizmetleri, küçük gruplar, radyo hizmeti, yaşlı kadınların Pazar Okulu dersleri, çarşamba akşamı yemekleri, Amerikan ve Hristiyan bayrakları gibi birçok konuda farklı cevabım olabilirdi. Kısacası, birçok şeyin bedelini bildiğimi düşünüyordum ancak gerçek genelde farklı, daha ağır oluyordu. Çoğul ihtiyarlıkla birlikte bunu büyük ihtimalle daha çok fark ederdim.
Ben sıklıkla gençlerin harika bir keskinlikte görüşe ama çok kötü bir derinlik algısına sahip olduklarını söylerim, ben de böyleydim. Keskin bir görüşüm, vizyonum vardı; neyin yanlış, neyin doğru olduğunu görebiliyordum ancak ulaşmam gereken yere nasıl ulaşacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Gençlerin, daha yaşlı adamların yardımına ihtiyacı vardır.
Jonathan: Sence burada olduğu gibi “bir kiliseyi düşüşten çıkarmak”, belli tipteki bir adamın yapabileceği bir şey mi?
Mark: Bu kilisenin karakterine göre değişir. Ancak bence eğer biraz kavgacı bir tipseniz, keskin sınırlarınız varsa, eğer karınız da sizin böyle biri olduğunuzu söylüyorsa, bu durumda yeni bir kilise kurmanız veya zaten sağlıklı olan bir kiliseye katılmanız daha doğru olacaktır. Ama eğer ciddi bir şekilde değişim gerektiren bir durumdaysanız, bu durumda herkese kötü yanlarını söylemeye başlamak yerine, önce iyi olan şeyleri kutlamayı öğrenmeniz gerekir. Yani eğer böyle bir merhametli tutum Tanrı’nın size doğal olarak verdiği bir armağan değilse veya Tanrı bu yönde ruhunuzda çalışmıyorsa, bu durumda bazı şeyleri biraz zorluyor olabilirsiniz. Tanıdığım bazı kişiler var ve diğer insanlara göre çok daha doktrinciler. Sadece iki vitesleri var.
Jonathan: Nedir bu vitesler?
Mark: Doğru veya yanlış. Bana her hafta sorular soruluyor ve cevabım, “Yani, bilmiyorum” gibi şeyler oluyor. Üstelik bundan hiç de rahatsızlık duymuyorum. Her bilmediğimi söyleyişimde, Tanrı olduğuma dair sanrıları da yok ediyorum.
Jonathan: Son soru. Bu yeniden canlanma, eşinizi ve çocuklarınızı nasıl etkiliyor? Beyler bu açıdan neleri göz önünde bulundurmalı?
Mark: Bence eğer ortada eşiniz ve çocuklarınızla ilgili beklentiler varsa, bunlar mümkün olduğunca açık bir şekilde ortaya konmalı. Böylece bunları mümkün olduğunca açık bir şekilde reddedebilir veya kabul edebilirsiniz. Eşiniz, kendisiyle işiniz arasında bir rekabet olduğunu düşünmemeli, özellikle de işinizin kiliseyse. Kiliseniz başka bir pastör bulabilir ama eşiniz başka bir koca bulamaz. Bunu eşinizden daha çok bilmeniz gerek.
Eşiniz de sizinle aynı fikirde olmalı çünkü eşinizin kilise konusundaki hevesinin kaçmaması gerek. Mümkün olduğu kadar bütün suçu üstlenmelisiniz.
Kocalar uzun vadeyi düşünmeliler. Böyle olmazsa, karısının Rab’le olan ve kiliseyle olan ilişkisini karşı karşıya getirme riskine girmiş olur. İlk büyüme dönemlerinde bu tarz bir bilgeliğe ihtiyacınız var. Sonuçta bir aile için başarı, başarısızlıktan daha zordur artan sayıda gözle görülür iyi şeyler verir ve bunlar da zamanınızı alacaktır.
Ancak ailede işler nadiren böyle yürür. Tabii ki iyi, mutlu ve başarılı olabilirler ama genel olarak aile olmak birçok mücadeleyi ve zorluğu içerir. Zaferler beklendiği kadar çabuk elde edilmez ve dolayısıyla da erkekler şunu söyleme hatasına düşebilirler: “Değer görmediğim ve hiçbir şeyin istediğim gibi gitmediği bu yeri bırakıp istediğim sonucu ve istediğim geridönütü aldığım yere gideceğim.”
Kilise kurma hizmeti yapan bir kişi veya yeni bir pastör için, kiliseyi yeniden canlandırma olayı sıra dışı güçlü bir tuzak olabilir.
*****
Editör’ün notu: Bu yazı, Southern Seminary’deki “A Guide to Church Revitalization“ çalışmasına ait bir bölümün uyarlanmış bir halidir.
Jonathan Leeman, Mark Dever
Tüm içerikler aksi belirtilmedikçe Müjde Birliği’ne aittir. Kişisel amaçlar veya ticari olmayan amaçlar dahilinde, bu içerikleri özgürce kullanabilir, paylaşabilir ve çoğaltabilirsiniz. Ancak yazılı içeriğin çevrimiçi yayınlandığı durumlarda, şu şekilde asıl makaleye gönderme yapan bir ibare eklenmesi gerekmektedir:
(c) Müjde Birliği. Asıl makaleye şuradan erişebilirsiniz: https://mujdebirligi.com/makaleler/kilise-onderligi/mark-dever-ve-jonathan-leemanla-kilisenin-yeniden-canlandirilmasi-uzerine-bir-sohbet/