Kevin DeYoung
Bu, eşitlikçilik[1] (egalitarianism) yerine tamamlayıcılığın[2] (complementarianism) savunulduğu bir makale değildir. Bu konu elbette önemli, ancak bu yazı, kendini tamamlayıcı olarak tanımlayıp teolojilerinin kadınların vaaz vermesine izin verip veremeyeceğini veya izin vermesi gerekip gerekmediğini merak edenler içindir.
Ele almak istediğim soru şu:
Temel tamamlayıcı inançlar göz önünde bulundurulduğunda, kadınların pazar ibadetlerinde vaaz vermesinin Kutsal Kitap’a uygun bir gerekçesi var mıdır?
Bu yazıyı okuyan çoğu kişi bu sorunun ne kadar önemli olduğunu anlıyor. Bu sorunun gündeme geldiği meseleleri tekrarlamayacağım ya da internette son zamanlarda verilen yanıtları gözden geçirmeyeceğim. Bunun yerine, tamamlayıcı bir bakış açısıyla, kadınların vaaz vermesine izin verilmesi için en iyi örnek olduğunu düşündüğüm şeyle etkileşime gireceğim. İlk olarak, kadınların vaaz vermesine ilişkin argümanı elimden geldiğince adil bir şekilde açıklayacağım. Sonra da bu argümanın –ilk başta ne kadar akla yatkın görünürse görünsün– neden ikna edici olmadığını ortaya koyacağım.
Kadının Sesini Duymak
Kadınların vaaz vermesi konusunda gördüğüm en iyi argüman Avustralyalı din adamı ve inanç savunmacısı olan John Dickson tarafından, Hearing Her Voice: A Biblical Invitation for Women to Preach (Zondervan, 2014) (Kadının Sesini Duymak: Vaaz Vermeleri İçin Kadınlara Yönelik Kutsal Kitap’a Dayalı Bir Çağrı) adlı kitabında sunulmaktadır. J. I. Packer, Craig Blomberg, Graham Cole ve Chris Wright tarafından yazılan tanıtım yazılarıyla birlikte, bu kitabın neden etki bırakan bir kitap olduğunu görebiliriz. Dickson’ın kitabı bir açıklık ve erişilebilirlik örneğidir. Yüz sayfadan daha kısa bir yazıyla, Dickson –“genel anlamda tamamlayıcı görüşte” biri olduğunu kabul eden biri olarak (88)– kadınların pazar ibadetlerinde vaaz vermelerinin meşruiyetini düşünceli, açık bir şekilde savunmaktadır.
Dickson’ın 1. Timoteos 2:12’ye odaklanması şaşırtıcı değildir. Uygulama birçoğumuz için açık görünse de –kadınların öğretmesine ya da yetki kullanmasına izin verilmez, bu nedenle vaaz vermemelidirler– Dickson, Pavlus’un öğretmekten ne kastettiğini yanlış anladığımızı savunuyor. Dickson şöyle yazıyor: “Basitçe ifade etmek gerekirse, Yeni Antlaşma’da çok sayıda topluluk önünde konuşma hizmeti vardır –öğretme, öğüt verme, müjdeleme, peygamberlikte bulunma, okuma ve benzeri– ve Pavlus bunlardan sadece birini nitelikli erkeklerle sınırlandırır: ‘öğretme’ ” (11-12).
Dickson’ın argümanının merkezinde, şu şekilde özetleyebileceğimiz basit bir kıyas vardır:
- Kadınların ibadette yapamayacakları tek şey öğretmektir.
- Pavlus için öğretmek, bizim günümüzde vaaz olarak bildiğimiz şeyle aynı olmayan, teknik ve dar anlamda değerlendirilen bir girişimdi.
- Dolayısıyla, kadınlar bir kilise ibadetinde neredeyse her şekilde konuşabilirler ve buna vaaz vermek de dahildir.
Peki eğer vaaz vermek öğretmekle aynı şey değilse, Pavlus öğretmek derken neyi kastediyordu? Dickson şöyle açıklıyor:
1. Timoteos 2:12, Kutsal Yazılar’ı temel alacak biçimde genel bir konuşma türünden bahsetmez. Bundan ziyade, Yeni Antlaşma boyunca görülen spesifik bir etkinlikten bahsetmektedir ve bu da, elçilere emanet edilen geleneği korumak ve aktarmaktır. Bu etkinlik günümüzün tipik açıklayıcı vaazında gördüğümüz gibi Kutsal Kitap’ın bir metnini açıklamaktan ve yaşama uygulamaktan farklıdır (12)
Dickson bu öncül çıkarımını dört parça hâlinde destekler.
1. Parça. Kutsal Kitap’ta bahsi geçen birkaç farklı konuşma türü vardır: peygamberlik etme, müjdeleme, okuma, nasihat etme, öğretme vs. 1. Korintliler 12:28, 1. Korintliler 14, Romalılar 12:4-8 ve 1. Timoteos 4:13 gibi metinlerden biliyoruz ki, Pavlus konuşma hizmetlerini birbiriyle denk biçimde değerlendirmiyordu. Bu konuşma türlerinden yalnızca biri –öğretme etkinliği– erkeklere mahsustur (27).
2. Parça. Antik dünyada ve özellikle Pavlus için, öğretmek (didasko) sabit bir sözlü geleneği aktarmak için kullanılan teknik bir tabirdi (s. 34, 35). Öğretmek yorumlama veya açıklamaya değil, sözleri sabit biçimde aktarmaya karşılık gelmektedir (s. 33). Kutsal Kitap kanonunun tamamlanmasıyla, öğretmeye bu teknik anlamıyla aynı şekilde ihtiyaç duyulmamaktadır.
3. Parça. Yeni Antlaşma’da, öğretmek hiçbir zaman bir Kutsal Kitap metnini açıklamak veya yaşama uygulamak anlamına gelmez (s. 50, 54). Öğretmen, sabit gelenekleri veya elçisel sözler bütününü esas kaynağından alıp yeni bir iman topluluğuna dikkatle aktaran kişiydi (s. 57, 59, 61). Günümüzde bazı vaazların bu aktarımın unsurlarını içermesi ihtimal dahilindedir ancak haftalık metin açıklamalarının tipik işlevi bu değildir (s. 64). Bizim vaaz olarak düşündüğümüz şey, daha uygun biçimde nasihat olarak adlandırılır (s. 65).
4. Parça. Elçisel emanet, Yeni Antlaşma’nın sayfalarında bulunmaktadır. İsa’yla ilgili sabit sözlü gelenekleri koruma ve aktarma görevi, hiçbir bireye yüklenmiş değildir (s. 72, 74). Vaizlerimizle antik dönemdeki öğretmenler arasında benzeşim kurulabilir ama bizler elçisel emaneti aynı ölçüde, aynı şekilde veya aynı yetkiyle koruyup aktarmıyoruz (s. 73, 75). Bir vaizin elçilerin öğretisi üzerinde yorumlar yaptığı, bize bu öğretiyi izlemeyi nasihat ettiği ve sonrasında bu öğretiyi yaşama uyguladığı tipik vaaz kendi başına öğreti değildir. Günümüz vaazı, sizin tanımınıza bağlı olarak, daha çok peygamberlik etmek veya nasihat etmek gibidir ve bunların ikisi de kadınlara açıktır (s. 75).
Evet’ten Hayır’a
Dickson kendi savunmasını yaparken akademik dipnotlara ve aynı zamanda da ikazlara ve nitelendirmelere başvurur. Ama argümanının özü dikkat çekici biçimde basittir: Öğretmek bizim vaaz verirken yaptığımız şey değildir. Kadınlara yasak olan şey yalnızca öğretmektir. Dolayısıyla kadınlar kiliselerimizde vaaz verebilirler.
Dickson’ın tezini iki temel nedenle ikna edicilikten uzak buluyorum. Antik dönemdeki öğretişe olan bakışının fazla dar olduğuna ve günümüz vaazına olan bakışının fazla zayıf olduğuna inanıyorum. Öğretişe farklı açılardan bakarak bu çıkarımımı açayım.
Erken Dönemdeki Kilisede Öğretiş
Dickson’un yaklaşımının güçlü noktası, kendisinin haklı olarak Yeni Antlaşma’daki farklı konuşmalara parmak basmasıdır. Doğru; öğretmek, nasihat etmek, peygamberlik etmek ve okumak birbirine denk şeyler değildir. Ancak yine de, kendisinin “öğretme” konusundaki fazla teknik tanımı eldeki verilere uymamakta veya hatta bazı noktalarda temel sağduyuya ters düşmektedir. Eğer “Kadının öğretmesine izin vermiyorum” demek, “Kadının vaaz vermesine izin veriyorum çünkü vaaz vermek öğretmeyi içermiyor” anlamına geliyorsa, vaaz vermeyi ve öğretmeyi oldukça kısıtlayıcı şekillerde tanımlıyor olmamız gerekir.
Dahası, bu son derece detaylı okumanın neden iki bin yıldır neredeyse her yorumcunun gözünden kaçtığını da merak etmemiz gerekir. Kitabının son sayfasındaki manidar bir dipnotta Dickson şöyle yazıyor: “Erken dönemdeki kilisede ‘öğretme’ kelimesinin zaman içerisinde Yeni Antlaşma’nın (ve tüm Kutsal Kitap’ın) yazılı sözlerini açıklamak ve yaşama uygulamak anlamında kullanılmaya başlandığına hiç şüphem yok. Bu ilginç bir araştırma konusu olurdu ama 1. Timoteos 2:12’de Pavlus’un bu önemli tabirle başka bir anlam kastettiği bulgusunu bozar mıydı emin değilim (s. 104). Burada bir itirafta bulunulduğunu görüyoruz. Ama şu soruyu sormayı gerekli kılıyor: “Eğer antik dünyada ‘öğretme’ açıkça dar bir biçimde sözlü gelenekleri tekrar etmek anlamını taşındıysa, neden hiç kimse bu özel teknik tanıma değinmiyor gibi görünüyor?” Muhakkak, bizim nihai yetki kaynağımız Kutsal Kitap’tır ancak eğer bir argüman çok büyük ölçüde birinci yüzyıl bağlamına dayanıyorsa, kilisenin ilk yüzyıllarının argümanı yavaş yavaş yok etmesini değil, pekiştirmesini beklersiniz.
Örneğin, Didake’yi ele alalım. İlk yüzyılın sonlarıyla tarihlendirilen bu belge öğretmenlerle ilgili pek çok şey söylemektedir. Öğretmenlerin [kitabın ilk on bölümünde] “bahsedilmiş olan tüm bu şeyleri öğretmeleri” gerekmektedir (11:1). Didake’de ortaya koyulan kilise düzenine uygun bir şekilde öğretmeleri gerekir (11:2). Önemli biçimde, Didake gezgin öğretmenlerin, elçilerin ve peygamberlerin varlığını varsaymaktadır ve hepsinin de öğretmeleri (didaskon) gerekmektedir (11:10-11). “Öğretme”nin; peygamberlerin ve diğer konuşmacıların yaptıklarını da kapsayacak kadar geniş bir tabir olduğunu söylemektedir ki hatta Didake’nin kendisi zaten öğretiştir.
“Öğretmek” İsa’yla ilgili sözlü gelenekleri aktarmayı kesinlikle içerebiliyor olsa da, yalnızca bununla sınırlandırılamaz. Hughes Oliphant Old’un açıkladığı üzere, “Didake tüm zamanlarını vaaz vermeye ve öğretmeye adayan peygamberlerden, öğretmenlerden, piskoposlardan ve diyakonlardan oluşan büyük bir grubu varsaymaktadır.” Tam zamanlı öğretmenlerle ve “kutsalların, Söz’ün vaaz edildiği gündelik toplanmalarıyla” birlikte, “öğretmek” ile meşgul olan bu çeşitli görevlilerin, tüm Kutsal Yazı metinlerinin açıklanmasından istikrarlı biçimde kaçınmasını hayal etmek zordur.
Elbette, gerçek öğretmenler elçisel emaneti aktarıyorlardı ancak bu, yalnızca İsa’nın sözlerini tekrar ettikleri anlamına gelmez. Didake’de ebeveynlere, çocuklarına Rab korkusunu öğretmeleri (didaxeis) söylenir (4:9). Bariz biçimde, yazar(lar) öğretmenin teknik bir tanımla sınırlı olduğunu düşünmemektedir. Yazar(lar) vaazın yorumda bulunmak ve uygulamaya değinmekten çok az fazlası olduğunu da düşünmemektedir. “Evladım, sana Tanrı’nın Sözü’nü vaaz edeni gece gündüz hatırla ve sanki Rab’bi onurlandırırmış gibi onu onurlandır. Çünkü Rab’bin doğası nerede vaaz ediliyorsa, Rab oradadır” (4:1). Didake’ye göre, öğretmek sözlü geleneği aktarmaktan çok daha fazlasıdır ve vaaz etmek birkaç nasihat sözünden daha fazlasını içermektedir.
Sinagogda Öğretmek
Dickson’ın argümanındaki kilit noktalardan biri de, Pavlus’un öğretme kavramının temelinde Ferisilerin uygulamasının yattığıdır. Ferisiler atalarının sözlü geleneklerini sonraki kuşaklara aktarıyorlardı (Mar. 7:7). Ferisiler nasıl Bilgin Hillel’in sözlerini tekrar edebiliyorlardıysa, Yeni Antlaşma öğretmeni de İsa’nın sözlerini tekrar edebiliyordu. Dickson’a göre, Yeni Antlaşma’daki “öğretme”ye en paralel olan şey, Mişnah’ta tekrar edildiğini ve biriktirildiğini gördüğümüz haham geleneklerinin aktarılmasıdır (s. 39).
Bu, Dickson’ın yürüttüğü mantığın önemli unsurlarından biridir ve kendisi bunu birden çok kez tekrar eder (s. 39, 73, 100-102). Bu argüman iki yönden sorunludur.
İlk olarak, Mişnah ilk ve ikinci yüzyıldaki hahamların sözlerini bir araya getiriyor olsa da, bu hahamlar kendilerini Tevrat’ı açıklıyor ve uyguluyor olarak görüyorlardı. Bir başka deyişle, “öğretme” konusundaki örneğimiz Mişnah olsa bile, “sözlü gelenek” ile “metinleri açıklamak”[3] arasında kesin bir çizgi yoktur.
İkinci olarak, Yahudi sinagog ibadetiyle erken dönemdeki Hristiyan ibadeti arasında paralellik kurmak, sinagog ibadetiyle Mişnah arasında paralellik kurmaktan daha iyi olur. Nitekim Pavlus 1. Timoteos 2. bölümde toplu ibadetten bahsetmektedir. Hristiyanlık dönemine kadar geçen yüzyıllar içerisinde, Yahudiler vaaz sanatını geliştirdi ve ona sinagog ibadetinde özel bir konum atfettiler. Old’a göre, “o dönemde kendilerini ve yaşamlarını Kutsal Yazılar’ı çalışmaya adamış ve sinagogdaki önderlerin onları vaaz için davet etmeleri durumunda kendilerini vaaz vermeye hazırlamış olan büyük bir grup adam vardı.” 1. Timoteos 2:12’de kadınlara öğretmelerini yasaklarken, Pavlus’un aklında yalnızca sözlü geleneklerin tekrarından ziyade Yahudi ibadetlerinde metin açıklamaları yapan adamların köklü geleneğinin olması akla daha çok yatmaktadır.
Eski Antlaşma’da Öğretiş
Dahası, bu sinagog öğretişi hizmetinin kökleri Eski Antlaşma’ya uzanmaktadır. Musa, halka Tanrı’nın kurallarını ve ilkelerini öğretti. Evet, bunları tekrar etti ama aynı zamanda açıkladı ve yaşama uyguladı (Yas. 4:1-14). 5. ayette geçen “öğrettim” kelimesi (Kitab–ı Mukaddes Çevirisi), İbranice Kutsal Yazılar’ın ilk yüzyıldaki Grekçe çevirisi olan Septuaginta’da (LXX) didaskō olarak geçer. Kâhinlerin, en azından bazılarının, öğreten kâhinler olmaları (2.Ta. 15:3) ve insanlara Yasa Kitabı’nı öğreterek (edidaskon, LXX) Yahuda kentlerini dolaşmaları gerekiyordu (2.Ta. 17:9). Ezra kendini Rab’bin Yasası’nı çalışmaya ve İsrail’de kuralları, ilkeleri öğretmeye (didaskein, LXX) adamıştı (Ezr. 7:10). Benzer şekilde, Ezra ve Levililer Tanrı’nın Yasa Kitabı’nı okudular ve insanlara öğrettiler (edidasken, LXX); öyle ki, okunanı anlayabilsinler (Neh. 8:8).
Ezra ve Nehemya’da tarif edilen uygulamalar, kesinlikle hâlihazırda köklü biçimde yerleşmiş olan uygulamalara işaret ediyorlar. Metinler var, öğretmenler var, bir topluluk var. Yahudi sinagog ibadetlerinin ve sonrasında başlangıç noktaları olarak sinagog ibadetini kullanacak olan Hristiyan ibadetlerinin en önemli unsurlarını minyatür biçimde görmekteyiz. Pavlus’un “öğretme” hakkında konuşurken aklında hiçbir şekilde Eski Antlaşma veya Yahudi geleneğinin olmadığını ve yalnızca Ferisilerin sözlü gelenek aktarımının olduğunu ve üstüne üstlük hitap ettiği kitlenin bunu anlayacağını düşünmek zordur. Yukarıda bahsedilen her Eski Antlaşma olayında, öğretmen yazılı bir metni açıklamaktadır. Bu, didaskōnun metni açıklamayı içermek zorunda olduğu anlamına gelmez ancak burada ispat göstermeye mecbur olan kişiler, didaskōnun kesinlikle bu anlama gelmediğini iddia eden kişilerdir.
Yeni Antlaşma’da Öğretiş
Dickson’a, 1. Timoteos 2:12’deki kadınlara yapılan yasaklamanın mümkün olan en geniş anlamıyla alınmaması gerektiği konusunda katılıyorum. Pavlus burada kadınların bir başka kişiye bilgi aktarmasını tümden yasaklama niyetinde değildir. Pavlus ibadet içerisindeki uygunluktan bahsetmektedir, Titus 2’de kadınların kadınlara ve Elçilerin İşleri 18’deki Priskila ve Akvila’nın Apollos’a yaptığı öğretiş türünden değil. Ancak sırf öğretmenin en geniş tanımını reddediyoruz diye, elimizde kalan diğer tek seçenek en dar tanım da olmaz. Dickson bize “öğretme”yi sözlü geleneği aktarmakla denk tutturmaktadır. Bu, elçisel çağda öğretmenin kesinlikle bir parçasıydı ancak Yeni Antlaşma’da elçisel gelenekten bahsedildiği birçok yerde asla didaskō geçmez (1.Ko. 2:2; 3:10; 11:2, 23-26; 15:1-11; Gal. 1:6-9; 1.Se. 4:1-2). Kullanılan dil daha çok almak, nakletmek ve sonraki kuşaklara aktarmak şeklindedir.
Önemli biçimde, Dağdaki Vaaz “öğretiş” olarak isimlendirilir (Mat. 7:28-29). Dickson’a göre, Dağdaki Vaaz “öğretiş”tir çünkü İsa din bilginlerinin geleneğini düzeltmekte ve kendisinin yetkili geleneklerini miras bırakmaktadır. İsa’nın yaptığı şey bir metin üzerinde açıklamalar yapmak değildir (s. 54). Elbette, Dickson İsa’nın ne yapıyor olduğu konusunda haklıdır. Ancak İsa’nın ne yapmıyor olduğuna ilişkin iddiasında hatalıdır. Dağdaki Vaaz, Eski Antlaşma üzerine göndermelerle, paralellerle ve açıklamalarla doludur. İsa’nın günümüzdeki gibi bir vaaz verdiğini iddia etmemize gerek yok. Mesele, Yeni Antlaşma’nın her yerinde “öğretiş”in “açıklama” anlamına geldiği değildir. Mesele, bu iki fikrin birbirinden temiz biçimde ayrı tutulamayacağıdır.
İsa birçokları tarafından “rabbi” olarak tanınıyordu ve bu, “öğretmen” anlamına gelen gayri resmi bir unvandı. Bir öğretmen olarak, İsa sık sık Eski Antlaşma’dan alıntılar yaptı ve onları açıkladı. Hatta, Old’un savunduğu üzere, İsa’nın hizmetinin sonunda tapınaklarda öğretmesinin amacı, İsa’nın rabbilik görevinin tamamlanışı olduğunu göstermekti. Matta 21-23’te dönemin farklı okullarının –Hirodes yanlıları, Ferisiler, Sadukiler– Yasa hakkındaki sorularıyla İsa’ya geldiklerini ve İsa’nın bu soruların hepsini cevapladığını görüyoruz. Onların bilmecelerini çözerek ve kurdukları tuzaklardan sıyrılarak, İsa kendisinin baş öğretmen, rabbilerin rabbisi olduğunu gösterdi. Ve bu gösteriminde, sürekli olarak Kutsal Yazılar’ı açıkladı ve yorumladı. Öğretme konusundaki birinci yüzyıl Yahudi anlayışı, Tanrı esini olan metinlerin düzgünce yorumlanmasından ayrı tutulmamalıdır ve yalnızca “sözlü gelenekleri aktarmak”la da sınırlandırılamaz.
Pastörel Mektuplar’da Öğretiş
Peki –Eski Antlaşma arka planına, sinagog arka planına, Dağdaki Vaaz’da “öğretiş”in kullanılmasına ve erken dönemdeki kilisenin daha geniş anlamdaki öğretmen anlayışına rağmen– Pavlus Pastörel Mektuplar’da öğretmenin oldukça dar bir tanımını kullanmayı seçtiyse? Pastörel Mektuplar’daki tüm “öğretiş” (veya “öğretme”) kullanımlarını incelendikten sonra, Dickson şu sonuca varıyor: “Öğretiş”, bir fiil veya isim olarak, Kutsal Kitap’ı açıklamaya değil, kiliselere aktarılan elçisel söze karşılık gelmektedir (s. 59). Basitçe ifade edecek olursak, “öğretmek” bir ayeti anlamlandırmak ve yaşama uygulamak anlamında değildir; tekrar etmek ve aktarmak anlamındadır (s. 64-65). Pavlus’un “öğretişi” asla (Dickson’un kelimesidir ancak vurgu bana ait) bizim günümüz anlamıyla bildiğimiz ayet açıklaması değildi (s. 74). Başka yerlerde öğretiş neyi kapsarsa kapsasın, Dickson’a göre, Pavlus için öğretiş yalnızca sözlü geleneği aktarmak anlamına gelmekteydi.
Dickson, Pastörel Mektuplar’da “öğretiş”in, İsa hakkındaki elçisel gerçeğin iyi emanetini aktarmakla ilgili olduğu konusunda kesinlikle haklıdır. Örneğin muhafazakâr akademisyen William Mounce, 1. Timoteos 2:12’nin “Mesih ve Kutsal Yazılar hakkındaki geleneğin yetkiyle topluluğa aktarılması”yla ilgili olduğunu veya “Hristiyan geleneğinin korunması ve aktarılması”nı içerdiğini onaylamakta hiçbir sakınca görmez. Ancak dikkat ederseniz, Mounce Hristiyan geleneğini yalnızca sözlü geleneğe indirgemez ve Kutsal Yazılar’ın açıklanıp yorumlanmasını hariç tutmaz. Benzer biçimde, Theological Dictionary of the New Testament’e göre (TDNT – Yeni Antlaşma Teolojik Sözlüğü) didaskein “Yeni Antlaşma’da bile Kutsal Yazılar’la yakından bağlantılıdır.” Daha sonrasında TDNT, Pastörel Mektuplar’da dahi “Kutsal Yazılar ve didaskein arasındaki yakınlığın korunmakta olduğu”nu onaylar.
Bu kesinlikle doğrudur. Gerçekten Pavlus’un ihtiyarların öğretmeye yetenekli olmaları gerektiğini söylerken, burada Kutsal Yazılar’ı doğru biçimde ele almaya veya gerçeğin bildirisini doğru kullanmaya (2.Ti. 2:15) hiçbir şekilde gönderme olmadığını mı düşüneceğiz? Öğretmek, sözlü gelenekleri aktarmaktan daha genel olmak zorundadır, yoksa Pavlus yaşça büyük kadınlara nasıl genç kadınlara “iyi olanı öğretmelerini” (kalodidaskalos) söyleyebilirdi ki (Tit. 2:3)? Ya da 1. Timoteos 4:13’ü düşünün. Pavlus burada Timoteos’a kendini topluluğa Kutsal Yazılar’ı okumaya, öğüt vermeye ve öğretmeye adamasını söyler. Muhakkak, bunlar aynı görevler değildirler ama Dickson’un yorumuna göre, Timoteos’un Kutsal Yazılar’ı okuması, Kutsal Yazılar’dan nasihatler vermesi ve sonrasında elçisel emaneti miras bırakması ancak bunu yaparken, ayet açıklamalarının hiçbir şekilde görevinde belirleyici olmaması gerekiyordu.
Benzer biçimde, Dickson’ın iddia ettiğine göre, Pavlus tüm Kutsal Yazılar’ın öğretmek için yararlı olduğunu söylerken (2.Ti. 3:16), Timoteos’un iyi emaneti topluluğa aktarmak üzere daha iyi donatılmış olabilmesi için Kutsal Yazılar’ı bireysel olarak okuması gerektiğini ancak yine, bunu bir Kutsal Yazı metnini açıklamadan yapması gerektiğini kastetmektedir (s. 52-53). Eğer bu doğruysa, o hâlde Pavlus öğretmenlerin azarlarken, yola getirirken veya eğitirken, Kutsal Yazılar’ı açıklamakla pek bir işleri olduğunu düşünmüyordu. Kutsal Kitap bu görevlere etki yapabilir ama açıklama hiçbir şekilde yoktur (s. 57). Bu ince elenmiş öğretiş tanımı ikna edici değildir. Elçilerin İşleri’ndeki vaazlara bakın. İyi emanetin aktarıldığı ancak aynı zamanda Kutsal Yazılar’ın da açıklanmadığı bir an neredeyse hiç yoktur. Ve 1. Korintliler 15’te Pavlus kendisinin aldığı bildiriyi bariz biçimde aktarırken, mesaj sözel formüllerin tekrarlanmasından ibaret değildir. Mesaj, şu elçisel gelenektir: Kutsal Yazılar uyarınca Mesih günahlarımıza karşılık öldü, gömüldü ve Kutsal Yazılar uyarınca üçüncü gün ölümden dirildi. Elçisel emaneti Kutsal Kitap referansları ve açıklamaları olmadan aktarmamızın pek mümkün olmadığını görmek için, didaskōyu üç noktalı bir vaazla denk tutmamıza gerek yoktur.
Bugünkü Vaazlarda Öğretiş
Dickson’ın antik dönemdeki öğretiş tanımı fazla darken, günümüz vaazına ilişkin anlayışı fazla zayıftır. Dickson’ın anlatımına göre vaaz, esasında yorumda bulunmak artı yaşama uygulamaktır. Açıkçası benim vaaz vermenin neyi kapsadığına ilişkin son derece farklı bir görüşüm var ve vaazın bundan daha azı olmasından dolayı değil, çok daha fazlası olmasından dolayı bunu söylüyorum. Vaiz bir kēruxtur, yani bir habercidir (2.Ti. 1:11). Elbette, bizim bir elçinin yetkisiyle vaaz verdiğimizi söylemiyorum ancak vaaz vermeye çağrılan nitelikli adamlar gerçekten elçisel emaneti aktarmaktadırlar ve yetkiyle vaaz etmeleri gereklidir. Yoksa Pavlus neden –o denli tesirli bir dille ve o denli büyük nasihatlerle– Timoteos’a Söz’ü vaaz etmesini; bütün tahammül ve öğretişle azarlamasını, paylamasını ve teşvik etmesini buyursun (2.Ti. 4:1-2 – Bünyamin Candemir Çevirisi)?
Günün sonunda, Dickson’ın yaklaşımının tarihsel açıdan ve ayet anlamlandırmaları açısından ikna edicilikten uzak olduğuna; en azından tamamlayıcı görüşte olanlar için uygulamada çalışılamaz olduğuna inanıyorum. Başkaları türlü sebeplerle kadınların vaaz vermelerini uygun bulabilirler. Ancak kılı kırk yarmaya çalışıp, “Bu pazar sabahının mesajı bir vaaz değil, bir paylaşım” veya “Bu kadın ihtiyar heyetinin yetkisi altında vaaz veriyor” gibi argümanlar öne süren tamamlayıcı görüş sahiplerine, kadınların neden her zaman veya her şekilde vaaz vermelerine izin vermedikleri sorulduğunda, bu soruya yönelik argümanlarının fazlasıyla keyfi olduğunu görecektirler.
Farklı noktalarda, Dickson günümüzde vaazın bazen öğretiş içerebildiğini ve Yeni Antlaşma’daki farklı konuşma türlerinin muhtemelen örtüştüğünü kabul eder:
- Bu üç konuşma biçiminin (öğretme, peygamberlik etme ve nasihat etmenin) keskin biçimde ayrı olduklarını veya içerik ve işlev olarak hiçbir önemli örtüşme olmadığını iddia etmiyorum (s24).
- Günümüzde bazı vaazlar elçisel emaneti yetkiyle korumaya ve aktarmaya yakın bir şey içerebilirler ancak haftalık ayet açıklamalarının tipik işlevinin bu olduğuna inanmıyorum (64).
- Timteos’un bu elçisel öğretilere kendi söylemlerini, açıklamalarını ve uygulamalarını eklediğine şüphem yok ancak bunlar öğretişin belirleyici veya tanımlayıcı unsurları değildir. O noktada, Timoteos daha uygun ismiyle “nasihat etme” olarak bildiğimiz şeye yöneliyor olurdu (65).
- Öğretme ve nasihat etme arasında katı bir ayrım oluşturmuyorum ama saptamam şu ki, öğretiş esasen sabit biçimdeki bir şeyi aktarmakla ilgiliyken, nasihat etme esasen insanları Tanrı’nın gerçeğine itaat etmeye ve bu gerçeği yaşamlarına uygulamaya çağırmakla ilgilidir (65).
- Şüphesiz nasihat etme ve peygamberlik etme içerisinde bir derece mevcut olan bir öğretme durumu vardı, tıpkı öğretme içerisinde bir derece nasihat etmenin (ve belki peygamberlik etmenin) olması gibi (66-67).
- Ayrıca her düzgün vaazda, diğer vaazlara kıyasla daha fazla olarak, hâlâ bir ölçüde elçisel emanetin aktarıldığını da düşünmekteyim (79).
Vaaz etmenin karmakarışık olmuş tüm bu unsurlarıyla birlikte, Pavlus nasıl Timoteos’tan bu yumağı çözmesini ve kadınların neyi yapmalarına izin vermemesi gerektiğini bilmesini bekleyebilirdi? Aynı ölçüde önemli olarak, biz bir vaazın ne zaman yetki olmaksızın sadece nasihat etme olduğunu ve ne zaman elçisel emanetin yetkiyle aktarımına kaydığını nasıl ayırt edeceğiz? Belki de “öğretme”yi erken dönemdeki kilise, Yahudi sinagogu, İsa’nın örneği ve Pavlus’un talimatları karşısında mantığa oturmayan yüksek düzeyde teknik bir tanımla görmek yerine, pazar günü az çok vaizin yaptığı şey olarak görmemiz daha iyi olacaktır.
Habercilik olayı –pastör tarafından vaaza kondurulan isim veya ihtiyarlarca verilen örtü ne olursa olsun– yetki sergilemekten ve öğretmekten ayrı tutulamaz ve bunlar, kadınlara ibadette yapmaları yasak tutulan iki şeydir.
Kevin DeYoung (PhD, University of Leicester) Matthews, Kuzey Carolina’daki Christ Covenant Kilisesi’nin (PCA) kıdemli pastörü ve Reformed Theological Seminary’de (Charlotte) sistematik teoloji doçentidir. Yirmiden fazla kitabın yazarı ve popüler bir köşe yazarı, blog yazarı ve podcast yapımcısıdır. Kevin’in çalışmaları clearlyreformed.org adresinde bulunabilir. Kevin ve eşi Trisha’nın dokuz çocuğu vardır.
[1] Editör Notu: Vaaz verme konusunda erkekler ve kadınların eşit olduğunu düşünen ve kadınların da vaaz verebileceğini savunan görüş.
[2] Editör Notu: Kutsal Kitap’ın, vaaz verme görevini sadece erkeklerle sınırladığını savunan görüş.
[3] Çevirmen Notu: Bu bölüm boyunca “açıklamak” fiiliyle kastedilen şey, “izah etmek” veya “tefsir etmek” olarak da düşünülebilir.
Tüm içerikler aksi belirtilmedikçe Müjde Birliği’ne aittir. Kişisel amaçlar veya ticari olmayan amaçlar dahilinde, bu içerikleri özgürce kullanabilir, paylaşabilir ve çoğaltabilirsiniz. Ancak yazılı içeriğin çevrimiçi yayınlandığı durumlarda, şu şekilde asıl makaleye gönderme yapan bir ibare eklenmesi gerekmektedir:
(c) Müjde Birliği. Asıl makaleye şuradan erişebilirsiniz: https://mujdebirligi.com/sik-sorulan-sorular/kadinlar-kiliselerimizde-vaaz-vermeli-mi/