Kültüre uyum sağlama, bugün Müjde hizmetlerindeki en sıcak gündem maddelerinden biridir. Basitçe söylemek gerekirse, kültüre uyum sağlama, Müjde’yi ve kiliseyi belirli bir kültürel bağlamın özüne olabildiğince yerleştirme süreci için kullandığımız kelimedir.
Amerikalı Hristiyanlar, çoğunlukla kültüre uyum sağlamayı hizmetkârların gittikleri yerde özellikle yaptıkları bir şey olarak görmektedirler ve Batı dünyasındaki birçok ciddi Hristiyan, Batı dışındaki kiliselerin kültüre uyum sağlama çabalarında ne kadar ileri gittiklerinden endişe duymaktadırlar. Ancak gerçekte, bugün yaşayan her Hristiyan, kültüre uyum sağlamaya aktif olarak katılmaktadır. Her Amerikalı Hristiyan, aslında belirli bir kültüre uyum sağlamış bir kilisede ibadet etmektedir. Buradaki esas konu, kültüre uyum sağlayıp sağlamayacağımız değildir. Kuzey Amerika’da ya da Güney Asya’da, yaşayan her imanlı birçok anlamda Müjde’yi ve kiliseyi kendi kültürlerine uydurmaktadırlar çünkü hiçbirimiz birinci yüzyılda yaşayan Filistinli Yahudiler değiliz. Bu nedenle, her imanlının ve her kilisenin cevap vermesi gereken soru, doğru bir şekilde uyum sağlayıp sağlamadıklarıdır. Kültüre uyum sağlıyor olduğunu fark edemeyen kişi, bu süreci dikkatlice ve Kutsal Kitap’a uygun bir şekilde düşünmeyi başaramaz ve bu sebeple de hatalı bir şekilde uyum sağlayacağını garantiler. Senkretizm (farklı inanç sistemlerinin birleştirilmesi), İndiana veya İowa’da da, Endonazya’daki kadar kolayca gerçekleşebilir.
Her şeyden önce, Kutsal Yazılar’ın –bizim deneyimlerimizin değil– her şeyin ölçütü olduğunu ikrar etmemiz gerekir. Kutsal Yazılar yanılmaz, yetkili ve yeterlidir. Kutsal Yazılar bir buyruk, bir yasak veya bağlayıcı bir model sunduğu anda, konu kapanır. Kutsal Yazılar bir sınır çizdiğinde, onu geçmememiz gerekir. Bu sınırlar içerisinde, kültürel olarak yaptığımız bazı şeylerin daha kutsal olması gibi bir şey söz konusu değildir. Çağlar boyunca ve dünya genelinde, Hristiyanlığı farklı kültürel şekillerde yaşamış ancak Kutsal Yazılar’a en az bizim kadar sadık kalmış olan başka insanlar olmuştur. Buradaki kilit nokta Kutsal Kitap’ı yargıcımız olarak görmek ve Mesih’in küresel bedeninin bizlerdeki kör noktaları Tanrı Sözü’yle gidermesine izin vermektir.
Kültüre uyum sağlama süreci aslında Yeni Antlaşma’nın kendisiyle başlar. Belki de bu konuyla ilgili en çok alıntı yapılan yer 1. Korintliler 9’dur. Makalenin geri kalanı bu bölümden yola çıkarak sadık bir şekilde kültüre uyum sağlamanın temelinde yatan dört noktaya değinecektir.
1. Pavlus sahip olduğu haklardan feragat etti.
Metnin kilit noktası 12. ayette: “Mesih Müjdesi’nin yayılmasına engel olmayalım diye her şeye katlanıyoruz.” Pavlus’un arzusu Müjde’nin ilerlemesiydi. Gereksiz şeylerin bu ilerlemenin önüne geçmesini istemedi. Kendi meşru haklarını kullanmamayı seçmek de dahil olmak üzere, Müjde’nin daha etkili bir şekilde yayılmasını sağlayacak herhangi bir rahatsızlığa veya kişisel sıkıntıya katlanmaya razıydı. Örneğin, et yeme, imanlı bir eş sahibi olma ve maddi destek alma hakkına sahipti. Bunların hiçbirini yapmak günah olmazdı. Hatta bunları başka elçiler yapmıştı da. Bu süreçte herhangi bir Kutsal Kitap gerçeğinden veya buyruğundan ödün vermeyi reddetmesinin yanında, Müjde yoluna herhangi bir engel koymamak için, kendi haklarından kendi rızasıyla feragat etti.
Amerikalılar olarak bunu anlamakta zorlanıyoruz. Haklarımızı talep etmek üzere yetiştirildik. Özgür bir Amerikalı olarak, yeni kültürel çevremde başkası için rahatsız edici olabilecek birçok şeyi yapmaya “hakkım” var, örneğin ayakkabılarımı evin içerisinde giymek, sol elimle birine dokunmak ya da yemek yemek, yerel yöneticimin izni olmadan kendi bahçemin etrafına çit çekmek ya da yemek zamanına kalmadan bir doğum günü partisinden ayrılmak gibi. İstediğim gibi giyinmeye, istediğim her şeyi yemeye ve evimi istediğim gibi dekore etmeye “hakkım” var. Aynı zamanda, Kutsal Kitap’ta bunları yapmaya yönelik hiçbir buyruk yok. Bu haklardan faydalanmam Tanrı’ya itaatle alakalı bir şey değil, kendi keyfim ve rahatlığımla alakalı. Kutsal Yazılar’ın bana emrettiği şeylerin dışında yaptıklarım, Müslümanların, Hinduların veya ateistlerin Müjde’yi benden duymasını zorlaştırıyorsa, gönüllü olarak onlardan vazgeçmeye istekli olmam gerekiyor.
2. Pavlus, inanmayanların hizmetkârıydı.
İkincisi, Pavlus inanmayanlara karşı hizmetkâr bir tutum sergiledi. Kendisi 19. ayette şöyle yazıyor: “Ben özgürüm, kimsenin kölesi değilim. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum.” Kazanılması gereken kişilere hizmet ettiğinden dolayı, burada Hristiyanlara hizmet etmekten bahsetmiyor. Pavlus sadece kendi haklarından vazgeçmeyi seçmedi, daha da ileri gitti ve Müjde’yi ulaştırmaya çalıştığı kişilerin hizmetkârı olarak, kendisini onların aşağısında konumlandırmayı seçti.
Kültür şoku sancıları yaşadığımızda, çoğunlukla insanlara hizmet etmeyi değil, onları düzeltmeyi isteriz. Ancak İsa’nın kendisi hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye geldi. Haksız olan, O’na karşı isyan eden ve sonunda O’nu öldürecek olan insanlara hizmet etti. Pavlus bu noktada Efendisi’nin düşüncesini iyi anlamıştı. Hizmetkâr bir tutum, Mesih’in karakterini yansıtır. Basmakalıp yargıları paramparça eder ve aradaki engellerin kalkmasını sağlar. Hizmetkârlık, etkili bir kültürlerarası hizmetin temel bir özelliğidir ve bu paradoksal olarak, Mesih’teki özgürlüğümüzü nasıl kullanmamız gerektiğini tanımlar.
3. Pavlus müjdelediği insanlar gibi yaşadı.
Üçüncüsü, Pavlus ulaşmaya çalıştığı insanlarla özdeşleşmişti ve Mesih’in yasasından ödün vermeden, mümkün olduğunca kendi yaşam tarzını onlarınkine adapte etmeye çalıştı.
Yahudiler’i kazanmak için Yahudiler’e Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa’nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları kazanmak için onlara Yasa altındaymışım gibi davrandım. Tanrı’nın Yasası’na sahip olmayan biri değilim, Mesih’in Yasası altındayım. Buna karşın, Yasa’ya sahip olmayanları kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım. Güçsüzleri kazanmak için onlarla güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum. Bunların hepsini Müjde’de payım olsun diye, Müjde uğruna yapıyorum. (1. Kor. 9:19–23)
Herhangi bir kültür, doğası gereği kendisini diğerlerinden daha kutsal olarak görme hakkına sahip olsaydı, bu Yahudi kültürü olurdu. Pavlus’un kendi Yahudi kültürel mirasını korumaya kesinlikle “hakkı” vardı. Aynı zamanda, Pavlus yasanın boyunduruğundan da özgür kılınmıştı. Yine de, Yahudilerle Yahudi gibi davrandı ve Yahudi olmayanlarla da onlardan biri gibi davrandı. Güçsüzlere –Kutsal Kitap’a dayalı olarak fazladan vicdani çekinceleri olanlara– gelince, Pavlus onların vicdani çekincelerine göre yaşadı. Ne yapıp edip bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldu. Ulaşmaya çalıştığı insanlarla özdeşleşti. Yaşam tarzını, Müjde’yi duymalarını engelleyebilecek her noktada onlarınkine uyarladı. Müjde’ye kendi haklarından, kendi rahatlığından, kendi kültüründen daha çok değer verdi. Müjde’yi sunma şeklinde insanları kızdırıp rahatsız edecek herhangi bir şey olacaksa, rahatsız edici olan şeyin kendi yabancılığı değil, çarmıh olmasını istedi.
4. Pavlus Kutsal Kitap’a bağlıydı.
Dördüncüsü, Pavlus Kutsal Yazılar’ın sınırları içerisinde kaldı. Kendisi özdeşleşme ve uyum sağlama konusundaki sözlerinin tam ortasında, çok önemli bir parantez açar: “Tanrı’nın Yasası’na sahip olmayan biri değilim, Mesih’in Yasası altındayım” (21. ayet). Törensel yasaları yerine getirme zorunluluğundan ve Tanrı’nın yasalarını mükemmel bir şekilde yerine getirememenin sonundaki cezadan kurtulmuş olduğu halde, Pavlus kendisini hâlâ tamamıyla Tanrı Sözü’nün yetkisi altında görüyordu. Kutsal Yazılar –teolojisi, dünya görüşü, buyrukları ve ilkeleri aracılığıyla– Pavlus’un ulaşmaya çalıştığı insanlara uyum sağlamayışındaki sınırları belirlemişti.
Aynısı bizim için de geçerli olmalıdır. Her insan kültürü, evrensel lütfu yansıtmaktadır ancak her kültür aynı zamanda düşüşü de yansıtmaktadır. Bu nedenle, Kutsal Yazılar’la çelişen şeylere uyum sağlayamayız. Pavlus’un bu ilkeyle ilgili anlayışı oldukça nettir. O etrafında bulunan popüler Helenistik dünya görüşünün “bilgeliğine” uyum sağlamayı reddetti çünkü kulağa ne kadar entelektüel gelse de, bunun Müjde’yi tamamıyla inkâr ettiğini fark etti. Doğrusunu söylemek gerekirse, Pavlus doktrin konularında farklılıklara veya uzlaşmalara göz yummamıştır. Kendi dönemindeki gezgin öğretmenlerin hastalıklı uygulamalarını kabul etmedi. Korint toplumunun “kabul edilebilir” ahlaksızlığını kati surette reddetti. İnsan kültürü ve insan geleneği pazarlığa açıktır. Tanrı Sözü’yse değildir. Asla.
SONUÇ
Kültüre uyum sağlama hem kaçınılmaz hem de iyi bir şeydir. Müjde her kültürün özüne yerleştirilebilir ve yerleştirilmelidir de. Ne kadar rahatsızlık duyarsak duyalım, ulaşmak istediğimiz insanlarla özdeşleşmemiz ve onların kültürüne uyum sağlamamız gerekir. Bununla birlikte, Müjde aynı zamanda her kültüre bazı noktalarda (kendimizinki de dahil olmak üzere) meydan okumakta ve hüküm vermektedir. Kutsal Kitap’ın çizgi çektiği yerde, bizim de çizgi çekmemiz gerekir. Kültüre uyum sağlamanın amacı rahatlık değil, açıklıktır. Müjde, düşmüş bir topluma veya günahkâr bir insana asla rahat gelmeyecektir. Amacımız Müjde’nin yoluna herhangi bir engel koymadığımızdan, tek sürçme taşının çarmıhın kendisi olduğundan ve bu çarmıhın anlamının herkes için açık olduğundan emin olmaktır.
* * * * *
Editörün Notu: Bu makale, bir ders serisinin kısaltılmış bir versiyonudur ve Southeastern Seminary’nin buradaki blog sayfasından okunabilir.
Zane Pratt
Tüm içerikler aksi belirtilmedikçe Müjde Birliği’ne aittir. Kişisel amaçlar veya ticari olmayan amaçlar dahilinde, bu içerikleri özgürce kullanabilir, paylaşabilir ve çoğaltabilirsiniz. Ancak yazılı içeriğin çevrimiçi yayınlandığı durumlarda, şu şekilde asıl makaleye gönderme yapan bir ibare eklenmesi gerekmektedir:
(c) Müjde Birliği. Asıl makaleye şuradan erişebilirsiniz: https://mujdebirligi.com/makaleler/kulture-uyum-saglamanin-kutsal-kitaptaki-dort-temeli/