Ben bir Hristiyan, bir Hintli ve eski bir rock müzisyeniyim. Güney Hindistan’da büyüdüm ve birçok insanın bir araya geldiği Hint şehir kültürünün belirli bir alt kültürü içerisinde yaşadım.
Rab beni üniversitenin son yılında kurtardığında, kendimi benden tamamen farklı insanlarla çevrili bir hâlde buldum. Çevremde farklı etnik köken ve kültürden, farklı dilleri konuşan, farklı yiyecekler yiyen ve hatta tamamen farklı müzik tercihlerine sahip insanlar vardı (Deep Purple’ın kim olduğunu bile bilmiyorlardı!). Bu beni rahatsız etmiş miydi? Evet. Ama o zamanlar beni şaşırtmış olan ve şimdi de beni şaşırtmaya devam eden şey, bizi birbirimizden ayıran radikal farklılıklar ve “ötekilik” değil. Hayır, beni şaşırtan şey, tüm farklılıklarına rağmen bu insanların birbirleriyle paylaştıkları birlik ve kardeşlikti. Tüm engelleri yıkan ve kendi ev halkını bir araya getiren İsa Mesih’e dönmemle birlikte benim de katıldığım bir birlik ve kardeşlik.
Hem Kuzey Amerika’da hem de dünya çapındaki Müjde hizmetlerinde, kilise büyümesindeki “homojen birim ilkesi”, öğrencileri çoğaltmanın ve “stratejik” kiliseler kurmanın en etkili yolu olarak sorgulanmadan kabul edilmiştir.[1] Kilise büyütme gurularına göre, Müjde mevcut sosyal temeller ve ağlara paralel bir şekilde yayıldığında ve insanlar Hristiyan olmak için etnik, kültürel veya sınıfsal engelleri aşmak zorunda kalmadıklarında, kiliseler en hızlı şekilde büyümektedir.[2] Bu nedenle insanlar etnik-dilsel ayrımlar, kabile veya kast ayrımları, sosyal ve ekonomik statü, eğitim düzeyi, meslek ve hatta belirli özel gruplara yönelik kiliselere (kovboylara veya NASCAR sevenlere yönelik kiliseler vb.) paylaştırılmaktadırlar. Kilise büyümesinde “homojen birim ilkesi”, bu tür homojen kiliselerin daha hızlı büyüdüğünü çünkü kültürel, etnik veya diğer sınırların ötesine geçmekten rahatsız olabilecek yabancılara, bu sistemin daha fazla uyum sağladığını savunmaktadır. Bu “stratejik” homojenlik, birden fazla kilise kurma organizasyonuna yayılmıştır ve hizmetlerin ve kilise kurma stratejisi kılavuzlarının sayfalarını doldurmaktadır. Ama Kutsal Kitap homojenliği destekliyor mu? Yoksa Kutsal Yazılar yerel kilise için farklı bir vizyon mu ortaya koyuyor?
Buradaki amacım, bu pragmatik çerçevenin Yeni Antlaşma’daki kilisenin elçisel vizyonuna ters olduğunu göstererek, kilise büyümesinde “homojen birim ilkesi”ni çürütmektir. Bunu yaparken, mümkün olduğu kadar çok etnikli kiliselerin kurulmasının sadece Kutsal Yazılar’a daha sadık olmakla kalmadığını, aynı zamanda çok etnikli kiliselerin İsa Mesih’in görkemli Müjdesi’ni daha eksiksiz bir şekilde gösterdiğini savunacağım.[3] Başka bir deyişle, kiliseler, içinde bulundukları toplum ne kadar çeşitlilik barındırıyorsa, o kadar çeşitlilik barındırmalıdır.
KUTSAL KİTAP TEOLOJİSİ AÇISINDAN TANRI’NIN ÇOK ETNİKLİ KURTULUŞ TASARISI
Yeni Antlaşma Hristiyanlığının çok etnikli vizyonunun bağlamını ortaya koyabilmek adına, bu temanın kanon boyunca nasıl bir rol oynadığını sizlerle birlikte kısaca inceleyeceğim. Kutsal Yazılar’daki dilsel çeşitlilik, Tanrı’nın insanların kibir dolu isyanına karşı onların dillerini karıştırmasıyla, Babil’de başlar (Yar. 11:1-9). Hemen bir sonraki sayfadaysa, Tanrı’nın İbrahim’e bütün ulusların onun soyu aracılığıyla bereketleneceğine dair yaptığı antlaşma vaadiyle birlikte, çok etnikli kurtuluş tasarısını görüyoruz (Yar. 12:1-3; 22:15-18). Davut’a, Tanrı’nın yasasının ve görkeminin tüm dünyada kurulacağı evrensel bir krallık vaat edilmesiyle birlikte, bu vaat Kutsal Yazılar boyunca daha da önemli bir hal alır (2.Sa. 7:19; Mez. 72:17-18). Peygamberler yeniden yapılandırılmış ve yeniden kurulmuş bir İsrail’in sadece etnik Yahudilerden değil, gerçek ve yaşayan Tanrı olan Yahve’ye ibadet edip O’nu tanıyan tüm uluslardan oluşacağı o görkemli son günden bahsederek, bu vizyonu daha da netleştirirler (Yşa. 2:2-4; 56: 6-8; Zek. 8:20-23).
Yeni Antlaşma, Tanrı’nın küresel kurtuluş vaadinin Mesih’te yerine getirildiğini ve Tanrı’nın halkının sınırının artık Yahudi kimliğiyle değil, İsa Mesih’e tövbe ve imanla çizildiğini göstermektedir. İsrail yeniden bir araya getirildi, yeniden kuruldu ve yeni antlaşmayı kanıyla yürürlüğe sokmuş olan Mesih’te O’nun aracılığıyla dirildi. Mesih’e iman, Tanrı’nın yeni antlaşma halkına üyelik için tam bir erişim sağlar. Kurtuluş tarihinin içerisindeki bu tasarı, Elçilerin İşleri kitabında ortaya konmaktadır. Luka, bize Müjde’nin sınırlarının, bir zamanlar dışlanan kişileri de kapsayacak şekilde nasıl genişlediğini göstermektedir. Tanrı’nın halkı, Mesih’in görkemli Müjdesi’ni ilan eden ve yansıtan yerel topluluklar halinde bir araya gelmektedir. Yeni Antlaşma, Yuhanna’nın her oymaktan, her dilden ve her ulustan sayısız kişinin kurtarıldığını ve bu kişilerin Mesih’e hep birlikte ibadet ettiğini gördüğü o çarpıcı vizyonla tamamlanmaktadır (Vah. 7:9-10).
ELÇİSEL KİLİSELERİN HETEROJENLİĞİ (ÇOKTÜRELLİĞİ)
Küresel kurtuluşla ilgili Kutsal Kitap’a dayalı teolojik vizyon, elçisel kilise modelini anlamamıza yardımcı olur. Yeni Antlaşma’da, Mesih’in kurtaran işinin kaleydoskopik (görsel bir şölen sunan) görkemi, etnik, kültürel, sosyoekonomik ve hatta dilsel çizgileri aşan yerel kiliselerin kurulmasıyla dışarı yansımaktadır.[4]Elçisel modelin bu çarpıcı heterojenliği, imanlıları Tanrı’yla ve birbirleriyle barıştırmış olan Mesih’teki o güçlü ve sağlam birlik inancından doğmaktadır (Gal. 3:28; Kol. 3:11).[5] Farklı insanlar arasındaki “ötekilik”, bu insanların İsa Mesih’te paylaştıkları “birlik” sayesinde aşılmaktadır.
Erken dönemdeki kilise büyüdükçe, elçiler doğmakta olan toplulukların çeşitliliğinden kaynaklanan farklı sorunlarla karşı karşıya kaldılar ancak yine de kiliseyi homojen birimlere bölmediler. Elçilerin İşleri’nde de görüyoruz ki, ilk olarak Pentikost Günü’nde kurulan kilise, çoğunlukla farklı kültürel-dilsel geçmişleri olan İbrani Hristiyanlardan oluşuyordu. Elçilerin İşleri 6:1-6’da, Yahudi (Hellenistik) diasporası ve Suriye-Filistinli (İbrani) Yahudiler gibi farklı kültürel-dilsel gruplardan gelenler arasında gerilimler ortaya çıkmıştır. Elçilerse onları ayırmamış, bunun yerine azınlık gruplardan erkekleri hizmete atayarak sorunları çözmüşlerdir. Elçilerin İşleri, bize Antakya kilisesinin önder takımındaki çeşitliliği anlatarak erken dönemdeki kilisenin heterojen doğasını daha da desteklemektedir (krş. Elçilerin İşleri 13:1). Nitekim bu önderler arasında eski bir Ferisi (Pavlus), Yahudi olmayan biri (Lukius), eski bir Levili (Barnabas), Herod mahkemesinin bir üyesi (Menahem) ve koyu tenli bir adam (Niger denilen Şimon) vardı.
Romalılar mektubunda Pavlus, şüphesiz başta Yahudiler ve Grekler olmak üzere çeşitli etnik kökenlerden oluşan bir topluluğa hitap etmektedir (Rom. 7:1; 11:13). Pavlus, ısrarla onlardan Müjde’den dolayı sevgiyle birlikte yaşamalarını ve başkaları uğruna kendi isteklerinden feragat etmelerini istemektedir (Rom. 13:8-10; 14:1-23). Burada, Müjde’nin sadece bireysel kurtuluş için değil, aynı zamanda topluluk olarak kutsallaştırılma için de etkileri olduğunu görüyoruz. İmanlılar Mesih’in izinden giderek ve başkalarını kendilerinden üstün görerek, kendilerinden farklı olan kişilerle aynı toplumda yaşamayı öğrenmelidirler.
1. Korintliler mektubunda, farklı geçmişlerden gelen üyelerden oluşan bir topluluğa yazan Pavlus, Mesih’te sahip oldukları birliği onaylamakta ve birbirlerinin yararını gözeterek zayıf kardeşlerin vicdanlarına duyarlılık göstermeleri için onlara tavsiyede bulunmaktadır (1.Ko. 10:23-33; 12:12-13). Her iki durumda da homojenlik odaklı kilise konusu Pavlus’un düşüncesine tamamen yabancıdır. Dışarıdaki insanlara daha etkili bir biçimde ulaşmak veya insanların daha rahat hissetmelerini sağlamak için ortaya koyulan “stratejik” düşünceler, İsa Mesih’te paylaşılan yaşamdan asla daha öncelikli değildir. Aksine, imanlıların Mesih’te yeni bir insan olduğu inancı, imanlılar Mesih’in onları sevdiği gibi birbirlerini sevdikçe, kilisede Hristiyan birliğini öne çıkarır. Gerçekten de Pavlus, Tanrı’nın yüce bilgeliğinin ve görkeminin kilisedeki farklı insanların birliğiyle sergilendiğini ilan etmektedir (Ef. 3:1-10).
Erken dönemdeki kilise aynı zamanda sosyal ve ekonomik ayrımları da temelden yıkmıştır. Pavlus, köleleri ve köle sahiplerini bir toplulukta Mesih’te kardeşler olarak bir araya gelmeye teşvik ederek köleliğin sosyal düzenini kökten altüst eder (1.Ko. 7:17-24; Fil. 8-16). Mesih’e olan iman, paydaşlığa karşı bir engel olan sosyal statüyü yerle bir eder. Benzer şekilde, Yakup zengin kişilere karşı hiçbir taraflılık veya özel muamele olmamasını buyurur. Yakup, zengin ve yoksul insanların sosyoekonomik temellerle homojen birimlere ayrılmaktan ziyade, birlik içinde bir araya gelmelerini buyurmaktadır (Yak. 2:1-9). Yeni Antlaşma ayrıca kiliselerin hem genç hem de yaşlı insanlardan oluşan, arkadaşlık, birlik ve fedakârlık içerisinde yaşamını sürdüren “çok kuşaklı” bir yapı olduğunu göstermektedir (1.Ti. 4:12; 5:1-16; Tit. 2:1-8; 1.Yu. 2:12-14).
Elçisel kilisedeki çok etnikli heterojen topluluklar modeli, Yeni Antlaşma’yla da sınırlı değildir. Bu model aynı zamanda erken dönem Hristiyan tarihinin kanıtlarıyla da desteklenmektedir. David Smith’in dediği gibi, “bölünmüş Roma dünyası üzerinde bir etki yaratan ve Hristiyan hareketinin büyümesine yol açan şey, tam da kilisenin bu heterojen, çok etnikli doğasıydı.”[6] Kiliselerdeki homojenlik, toplumun statükosunu güçlendirirken, Kutsal Kitap’taki kanıtlar bize Müjde’nin, etnik, sosyal, ekonomik ve kültürel engelleri, tarihte benzeri görülmemiş bir şekilde kırdığını ve yok ettiğini göstermektedir.
ETNOSENTRİZME KARŞI YENİ ANTLAŞMA TARTIŞMASI
Homojenliğin Yeni Antlaşma’ya aykırı olmasının bir başka nedeni de bunun etnosentrik bir zihniyeti destekliyor olmasıdır. Yeni Antlaşma boyunca etnosentrizme karşı bir saldırı görmekteyiz ve sonuç olarak, farklı etnik kökenlerden gelen imanlıların birbirlerini sevgiyle kabul etmelerinin ve yerel kiliselerde birlikte uyum içinde yaşamalarının bir görev olarak verildiğini görüyoruz.[7] Pavlus, Yahudilerin ve Yahudi olmayanların İsa Mesih’in kanı aracılığıyla Tanrı’yla barıştığını şüpheye yer vermeksizin savunmaktadır. Öyle ki, Mesih’te “Grek ve Yahudi, sünnetli ve sünnetsiz, barbar, İskit, köle ve özgür ayrımı yoktur. Mesih her şeydir ve her şeydedir” (Kol. 3:11). Mesih, “engel duvarını, yani düşmanlığı kendi bedeninde yıktı” ve Yahudileri ve Yahudi olmayanları, “çarmıh aracılığıyla bir bedende” Tanrı’yla barıştırdı (Ef. 2:14-16). İmanlılar Tanrı’nın yeni yaratılışının birer parçasıdırlar. Bir zamanlar hepsi Adem’de günahkârlardı ama şimdi Mesih’te yeni insanlık olmuşlardır.
Etnosentrizm sorunu, en açık şekilde Galatyalılar 2’de Pavlus’un, kendisini uluslardan ayırdığı için Petrus’u azarlamasında görülmektedir (Gal. 2:11-16). Petrus, Galatya’daki diğer İbrani Hristiyanlarla birlikte, diğer uluslardan olanlarla arkadaşlık edilmesinden rahatsız olabilecek İbranilerden korkuyordu. Yahudilerden korkuyordu. Ancak Pavlus, bu tür bir geri çekilmenin Müjde’nin kendisine karşı bir hakaret olduğu konusunda ısrar etmektedir (Gal. 2:15-21). Burada, ulusların -farklı bir etnik gruptan olanların- Tanrı’nın ailesinin üyeleri olarak aynı sofraya paydaşlıkla kabul edilmesi, başkalarını rahatsız etmekten kaçınmak gibi pragmatik bir isteğe göre daha öncelikli bir yere sahiptir.
Romalılar mektubunda da Pavlus, etnosentrizmin temellerine saldırmaktadır. Pavlus, insanın evrensel boyuttaki yozlaşmışlığını ve Tanrı’nın Mesih’te hem Yahudiler hem de Yahudi olmayanlar için yaptığı aklama eylemindeki Müjde’nin gücünü ifade etmektedir (Rom. 1-3). Herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı ve yine herkes Mesih’e iman yoluyla lütufla aklanır (Rom. 3:21-26). Herkes tanrısızları aklayan Tanrı’ya iman yoluyla İbrahim’in soyundan olur (Rom. 4). Herkes Adem’de lanetlenmiştir ve Mesih’te bulunan herkes pak kılınır (Rom. 5:12-21). Pavlus hem Yahudileri hem de Yahudi olmayanları kibirli olmamaları, Tanrı’nın her iki halk için olan lütfunu tanımaları için uyarmaktadır (Rom. 2:17-29; Rom. 11:17-24). Romalılar’daki bu kanıtlar, Pavlus’un neredeyse kesinlikle heterojen bir topluluğa yazdığını ve onlara etnik gururu bir kenara bırakmalarını ve Hristiyan birliği içerisinde yaşamalarını öğütlediğini göstermektedir.
Etnosentrizme karşı yapılan bu tartışma Pavlus’la da sınırlı değildir. Bu, Müjde kitapları boyunca da yaygındır. İsa, Ferisileri Yahudi olmayanlarla, vergi görevlileriyle ve günahkârlarla ilişkilendirerek, onların etnosentrik gururlarına dokunmaktadır. Müjde kitapları Tanrı’nın egemenliğindeki vatandaşlığın etnik kimlikten ziyade, Mesih’e olan imanla elde edildiğini öğretmektedir. 7 Tövbeye çağrı, etnik ve ırksal gururdan tövbe etmeyi de içerir. John Piper’ın söylediği gibi, “İsa’ya iman, etnik kökenden üstün gelir.”[8]Piper Müjde kitaplarında bulunan bu temaya birkaç örnek gösterir ve bu örnekler yüzbaşının imanının takdir edilmesi (Mat. 8:5-13), İyi Samiriyeli’nin hikâyesi (Luk. 10:33), sadece aralarından yabancı olanın şükretmek için geri döndüğü on cüzamlının iyileştirilmesi (Luk. 17:16), Suriye-Fenike ırkından olan kişinin kızının iyileştirilmesi (Mar. 7:26) ve tapınağın temizlenmesi (Mar. 11:17) örnekleridir. Açıkça görüyoruz ki, İsa Ferisilerin etnosentrik gururuna dokunmaktan korkmuyordu.
Açık olmak gerekirse, “homojen birim ilkesi” savunucuları, Hristiyanlarda etnosentrik gururu desteklemek istemediklerini, daha ziyade, homojen kiliselerin kültüre daha duyarlı olduğunu ve kültürel sınırları aşmaktan rahatsızlık duyan imansızlara karşı daha uyumlu olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Başka bir deyişle, homojenliğin savunucuları tek etnikli ve tek kültürlü kiliseler oluşturmanın, Müjde’ye yönelik kültürel engelleri kaldırma noktasında daha stratejik olduğuna inanmaktadırlar. Ama etnosentrik önyargılara eğilimli olan günahkâr insanların, onlardan farklı olanlarla topluluk içinde bir arada yaşamaya çağrılmadan, bir şekilde bu eğilimden çıkıp ruhça büyüyeceklerini varsaymak safça ve fazla umut doludur.[9] Yeni Antlaşma’daki kanıtlar, İsa ve elçilerin imanlı olmayanların etnosentrizmine asla uymadıklarını, bunun yerine onlara etnosentrizmden tövbe etme ve Müjde mesajının ayrılmaz bir parçası olarak “başkalarını” kucaklama çağrısında bulunduklarını göstermektedir. “Homojen birim ilkesi”, insanları etnosentrik hassasiyetlerine dokunmadan kazanmaya çalışmayı vurgularken, İsa’nın yaklaşımı bundan çok farklıdır. Mesih baltayı eline almakta ve onu etnik gururun köküne vurmaktadır.[10]
YENİ ANTLAŞMA KİLİSELERİ “TEK ETNİKLİ” MİYDİ?
“Homojen birim ilkesini” ortaya atan, Kilisenin Büyümesi hareketinin (the Church Growth movement) babası Donald McGavran, “Yeni Antlaşma topluluklarının çarpıcı bir şekilde tek etnikli” olduğunu savunmuştur.[11] McGavran, elçilerin Kutsal Ruh’un etkisi altında, kiliseyi büyütmek için ilk başta Yahudilere ulaşan homojen birimler temelinde ilerledikleri görüşündedir: “Yahudiler Yahudilik içinde Hristiyan olabildiği sürece, Kilise Yahudiler arasında şaşırtıcı bir şekilde büyüyebilirdi ve büyüdü de… Bu kişiler, sinagog içinde Hristiyan olarak, ırk ve sınıf engelleri olmadan bunu yapabilmekteydiler.”[12]
Doğal olarak, bunun Yeni Antlaşma’nın sadık bir okuması olup olmadığı sorusunu ele almamız gerekiyor. Ben McGavran’ın kanıtları okuma şeklinin çarpık olduğunu iddia etmekteyim çünkü bu yaklaşım, Luka’nın kurtuluş tarihini, Elçilerin İşleri’nde aşamalı olarak ortaya koyduğu şekliyle göz ardı etmiştir.[13] Elçiler bir tür “homojen birim İlkesi” tarafından yönlendirilmediler. Bu, Pentikost Günü’nde Yahudiler arasındaki kültürel ve dilsel çeşitlilikten ve ulusların kiliseye getirilmesinden sonra kurulan toplulukların heterojen niteliğinden açıkça anlaşılmaktadır. Luka, kilisenin misyonunun kurtuluş tarihi bağlamında ilerleyip gelişmesini, Elçilerin İşleri kitabında ortaya koymaktadır. Luka’nın vurgusu şu ki, elçiler tarafından ilan edilen ve Kutsal Ruh tarafından desteklenen Müjde, Tanrı’nın halkı dirilmiş Mesih’in etrafında yeniden inşa edildikçe, aşılmaz denilen sınırları aşmaktadır. Bu nedenle, Donald McGavran ve Kilisenin Büyümesi hareketi, metne önyargılı ve pragmatik bir çerçeveyle bakarak homoejenliği desteklemek için kusurlu bir Kutsal Kitap okumasına başvurmuşlardır.
SONUÇ
Yeni Antlaşma’daki elçisel kilise modeli, kiliselerin mümkün olduğu kadar etnik köken, kültür, sınıf, yaş veya herhangi bir yakınlık grubu temelinde kurulmaması veya bunlara göre bölünmemesi gerektiğini göstermektedir. Bazı durumlarda dil farklılıkları ayrı kiliseler gerektirebilir. Ancak bu durumlarda bile, insanların iletişim kurabileceği bir ortak dil varsa, dilsel farklılıklar ayrılığı gerektirmeyebilir.
Kilisenin dışındakiler farklı köken ve geçmişten gelen imanlıların birbirleriyle paylaştıkları kültürler arası sevgiyi ve birliği gözlemlediğinde, Mesih’in görkemi en canlı şekilde görülmektedir. Hızla büyüyen ve çoğalan kiliselere duyulan pragmatik arzu, Mesih’in kanıyla satın aldığı birliği tehlikeye atmamıza neden olmamalıdır. René Padilla bunu çok güzel açıklamaktadır:
“İnsanların ırksal, dilsel veya sınıfsal engelleri aşmadan Hristiyan olmayı sevdiği” doğru olabilir ancak bunun önemi yoktur. Mesih’in bedenine üye olmak, sevme ya da sevmeme meselesi değil, Mesih’in Rabliği altında yeni insanlığa dahil olma meselesidir. Kişinin hoşuna gitsin ya da gitmesin, bir kişiyi Tanrı’yla barıştıran eylem, eşzamanlı olarak o kişiyi, insanların kimliklerini ırk, kültür, sosyal sınıf veya cinsiyette değil, İsa Mesih’te buldukları ve sonuç olarak da birbirleriyle de barıştıkları bir topluma dahil etmektedir.[14]
Kilisenin hızlı bir şekilde büyümesine ve çoğalmasına karşı mıyım? Asla! Mesih için kendilerine ulaşılan insan gruplarını, yığınlar halinde görmeyi ben de yürekten istiyorum. Ancak yine de Müjde hizmetkârlarına sormak isterim: Yeni Antlaşma’nın neresinde bize kiliseleri gruplara ayırmamız söylenmektedir? Gördüğümüz gibi, Kutsal Yazılar’daki kanıtlar tam tersini göstermektedir. Farklı oymaklardan, farklı dillerden ve farklı uluslardan insanlar, bir kâhinler krallığı olarak, paydaşlık ve uyum içerisinde birlikte Tanrı’ya tapınmak üzere O’nun halkına dahil edilmektedirler. Bizler Mesih’te “Zenci” ya da “Siyahi Karşıtı” gibi sıfatlar olmadığını öğrendikçe, duam o ki, Amerikan kilisesi de ırksal barış için verdiği emekleri sürdürsün. Aynı şekilde, duam o ki, Mesih’te “Brahman” ya da “Dalit” veya “Tutsi” ya da “Hutu” gibi sıfatların olmadığını görelim. Birliğimiz topluluklarımızın demografik yapısına, Rabbimiz İsa Mesih’in çarmıhı aracılığıyla bizi kendisiyle barıştırmış olan Tanrı’nın geniş bilgeliğinin bir göstergesi olarak yansısın (Ef. 3:10). Layık olduğu görkem ve onur, O’na verilsin!
Aubrey Sequeira
[1] Bu makale, yazarın bir sonraki makalesi olan “Caste and Church Growth: An Assessment of Donald McGavran’s Church Growth Principles from An Indian Perspective,” The Southern Baptist Journal of Missions and Evangelism adlı makaleden alıntılar içermektedir.
[2] Donald A. McGavran, Understanding Church Growth (Grand Rapids, MI: Eerdmans, 1970), 190-211.
[3] Elbette burada kırsal bölgeler ya da hatta Amerikan banliyö bölgeleri gibi tek etnik kökenin olduğu ve dolayısıyla da tek etnikli kiliselerin kaçınılmaz olduğu yerlere atıfta bulunmuyorum. Özellikle birden fazla kültürün ve etnik kökenin olduğu bağlamlara atıfta bulunuyorum. Bununla birlikte, tek etnikli yerlerde bile, kiliselerin sınıf, yaş veya yakınlıkla ilgili homojen temellerde kurulması gerektiğine inanmıyorum.
[4] Latin Amerikalı teolog C. René Padilla’nın McGavran’ın homojen birim ilkesine yönelik eleştiri ve reddi için bkz. “The Unity of the Church and the Homogeneous Unit Principle,” International Bulletin of Missionary Research 6 (1981): 23–30. Buradaki tartışmamın çoğu, Padilla’nın Kutsal Kitap’taki kanıtlarını ciddi bir şekilde incelemesine borçludur.
[5] David Smith, “The Church Growth Principles of Donald McGavran,” Transformation 2 (1985): 27.
[6] Ibid., 28. Krş. Michael Green, Evangelism in the Early Church, gözden geçirilmiş baskı, (Grand Rapids, MI: William B. Eerdmans, 2004).
[7] Yeni Antlaşma’nın etnosentrizme karşı olduğu tartışmasına getirilen yeni bakış açısı (bu bakıştaki bazı diğer problemlere rağmen), bu yazıya katkıda bulunan kaynaklardan bir diğeri olmuştur. Örn. bkz. N. T. Wright, Paul and the Faithfulness of God, 2. cilt (Minneapolis: Fortress Press, 2013), 774–1038.
[8] Bkz. John Piper’ın Bloodlines adlı kitabında yaptığı harika tartışma, 115–27.
[9] Ibid., 118.
[10] Bunu ne yazık ki dünya çapındaki birkaç tek etnikli toplulukta da şahsen tecrübe ettim ve Hindistan’da pastörlük hizmetinde bulunan arkadaşlarımın da acı tecrübeleri oldu. Örneğin, 2. Korintliler 6:14-18’i doğrudan ihlal edecek bir şekilde, insanlar farklı etnik/kast gruplarından olan imanlılarla evlenmek yerine, aynı etnik/kast grubundan olan imanlı olmayan kişilerle evlenmeyi tercih etmektedirler. Zaman zaman da iki imanlı birbirini sevdiğinde ve kast veya etnik kökenle ilgili sınırlar göz ardı edilerek evlenme arzusu söz konusu olduğunda, etnosentrik önyargı, imanlı olan ailelerinin bu evliliğe karşı çıkmasıyla çirkin bir şekilde su yüzüne çıkmaktadır. Görünüşe göre, “homojen birim ilkesi” Mesih’i tanıdığını söyleyen insanlar arasında, günahlı bir görüş olan etnosentrizmi öne çıkarmış ve arttırmıştır.
[11] Homojenliği savunanlardan bazıları, Yahudi ve Yahudi olmayanlar arasında bulunan ayrımla, günümüzdeki ırk, etnik-dilsel ve kültürel ayrımlar arasında bir bağlantı kurulmaması gerektiğini, dört farklı açıdan savunmaktadırlar: (1) “Yahudi” ve “diğer uluslar” terimleri temelde etnik terimler değillerdir; (2) Yahudi ve Yahudi olmayanlar arasındaki ayrım günümüzdeki etnik ayrımlardan farklı olarak, temelini yasadan almaktaydı; (3) Yeni Antlaşma’da Yahudi ve Yahudi olmayanlar arasındaki kültürel uzaklık, günümüz etnik grupları arasındaki kadar büyük değildi ve (4) Yahudiler, Yahudi olmayanların kurtulmasını kabul etmekte zorlanmıştır ancak günümüz Hristiyanlığında, bu durum söz konusu değildir. Richard W. Hardison, “A Theological Critique of the Multi-Ethnic Church Movement: 2000–2013,” (Doktora tezi, The Southern Baptist Theological Seminary, 2014), 117. İlk olarak, “Yahudi” ve “diğer uluslar” terimlerinin temelde etnik ayrımlar olmadığı, yasaya dayanan dini ayrımlar olduğu doğrudur. Yine de Yahudiler ve diğer uluslar arasındaki düşmanlık sadece dini bir olaydan çok daha fazlasıydı; kültür, dil ve etnik kökene kadar uzanıyordu. Yahudilerin ve Yahudi olmayanların kültürel anlamda birbirlerinden çok uzak olmadığı düşüncesi, İkinci Tapınak Dönemi Yahudiliğini ele alan herhangi bir literatür araştırmasının da göstereceği üzere yanlıştır. Son olarak da Yahudilerin, Yahudi olmayanların kurtuluşunu kabul etmekte zorlandıkları doğrudur ve durum, evet, bugün böyle değildir ancak Yahudilerin etnosentrizmi, her zaman tüm insanların etnosentrizmiyle paraleldir çünkü bizler bizden farklı olanları kabul etmekte ve onlarla bir arada yaşamakta zorlanan düşmüş insanlarız. Bu nedenle, Yahudi-Yahudi olmayan ayrımıyla günümüzdeki etno-kültürel ayrımlar arasında tümüyle bir devamlılık olmamasına rağmen, bir parallelik olduğunu gösterecek kadar devamlılık vardır. Dahası, Yeni Antlaşma “Yahudi” ve “Yahudi olmayan” gibi kategorilerin ötesinde, “barbar” ve “İskit” gibi (Kol. 3:11) etno-dilsel kategorileri de içerecek şekilde, birlik çağrısını genişletmektedir. Yeni Antlaşma’da, Mesih’teki birlik diğer tüm kimlik sorunlarını gölgede bırakmaktadır. Ayrıca “öteki”yi kucaklama çağrısı, tüm “ötekilik” kategorilerini kapsamaktadır ve bu çağrı da yerel kilisede bir arada yaşayarak vücut bulmaktadır.
[12] Donald A. McGavran, “The Priority of Ethnicity,” Evangelical Missions Quarterly 19 (1983): 15.
[13] Donald A. McGavran, Understanding Church Growth (Grand Rapids, MI: Eerdmans, 1970), 202.
[14] Padilla’nın belirttiği gibi, “Luka’nın söyledikleri, elçilerin kasıtlı olarak ‘tek ırk topluluklarının’ oluşumunu teşvik ettikleri ve sayısal kilise büyümesi uğruna Yahudi olmayanlara karşı olan Yahudi önyargılarını tolere ettikleri tezini doğrulamamaktadır. Bunu iddia etmek için, Kutsal Yazılar’a önyargılı bir şekilde yaklaşmak gerekmektedir. Bu da, (1) günümüzdeki ırksal önyargının Hristiyanlaştırmaya yardımcı olacağını ve olması gerektiğini elçilerin de savunduğu ve (2) kilisenin çoğalmasının her zaman homojen birim ilkesine uymayı gerektirdiği düşüncesidir. Bu yersiz varsayımı kenara koyduğumuzda, Elçilerin İşleri’nde vurgulanan şeyi, yani Yahudi olmayanlara Müjde’nin ulaştırılmasının ancak görümlerin ve buyrukların yardımıyla (8:26; 10:1–16) ve zulüm baskısı altında (8:1; 11:19–20) gerçekleşebildiğini, bunun Yeruşalim kilisesi için oldukça zor bir adım olduğu gerçeğini görmemek zordur. Yahudi kökenli Hristiyanlara stratejik düşüncelerle Müjde’yi ‘Yahudiler dışında hiç kimseye’ vaaz etmemeleri şeklinde yapılan hiçbir öneriye rastlanmamaktadır.” Padilla, “Unity of the Church,” 25 (vurgular yazarındır).
Tüm içerikler aksi belirtilmedikçe Müjde Birliği’ne aittir. Kişisel amaçlar veya ticari olmayan amaçlar dahilinde, bu içerikleri özgürce kullanabilir, paylaşabilir ve çoğaltabilirsiniz. Ancak yazılı içeriğin çevrimiçi yayınlandığı durumlarda, şu şekilde asıl makaleye gönderme yapan bir ibare eklenmesi gerekmektedir:
(c) Müjde Birliği. Asıl makaleye şuradan erişebilirsiniz: https://mujdebirligi.com/makaleler/teoloji-ve-doktrin/homojenligi-tekturelligi-yeniden-dusunmek-cok-etnikli-kiliselerin-kutsal-kitaptaki-yeri/